İnsanın En Mühim Vazifesi.....

Mühim vazifeler için bu darı teklif ve imtihan dünyasına gönderilen ve sonsuzluk için yaratılan insanın ömür sermayesi pek az olduğu gibi lüzumlu işleri ise çoktur. Bu vazifeleri ve daireleri Üstad Hazretleri iç içe geçmiş daireler olarak tarif eder. Yani insanın bir biri içerisine girmiş bir çok hayat daireleri vardır. Bu dairelerdeki vazifeler birbirinden farklı olduğu gibi o dairelerdeki vazifelerin ehemmiyetleri dahi farklıdır. Mesele akıl, kalp, mide daireleri farklı olduğu gibi hayvanat ve nebatat ve mevcudat dairesi dahi farklıdır. Yine millet, vatan daireleri ibadet, kulluk, eş, dost, kardeş daireleri dahi farklı farklıdır… Bu dairelerde insanların farklı vazifeleri vardır. Ama insanlar bazen küçük bir dairedeki vazifeyi büyük görüp, ehemmiyet verip, bütün vaktini ona harcarken, küçük görünen ama büyük bir dairedeki vazifeyi vaktinin çok azını harcar. Küçük ve basit vazifelerini büyük ve önemli, büyük ve ehemmiyetli vazifelerin ise küçük görüp onlara vaktini harcamaz. Bazen bir asır bazen bir ay bazen elli sene bazen otuz sene bazen on sene olan ömrünü asıl vazifesi olan ibadet ve kulluk için kullanmaz. Kulluk ve ibadet için verilen sermayeyi ömrünü zevk, lezzet ve dünyalıklar için kullanır. En mühim vazife olan kabre imanla girmek, imanını muhafaza etmek, amelini güzelleştirmek, amelinin kalitesini artırmak ve hayır için yaşamak vazifelerini en basit ve sıradan vazife görüp geriye atar.
“Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” diyen Rabbimizin emrinden gafil olan insanlar, o kadar dünyaya dalıp vazifelerini unutmuş ki, insanlara sorulsa : “En mühim vazifeniz nedir” diye Herkes dünyevi olan vazifelerini sıralayacak. Kimisi çoluk çocukları okutmak, kimisi evlenmek yuva kurmak, kimisi hayatın tadını çıkarmak, kimisi kariyer yapmak, kimisi eğlencelere dalmak, kimisi ise çalışıp rahat etmek ve emekli olmak için diyecek. Evet belki bunların hepsi hayatın araçları ve bir kısım gayeleri olabilir. Ama bu dairelerdeki vazifelerin ölçüsü iyi ayarlanmadığı zaman dünyalık endişe, kaygı ve korkular uhrevi, sonsuz, baki ve ebedi bir hayatı kazandıracak büyük dairelerin önüne geçebilir. O zaman hiç kimse “benim en mühim vazifem Allaha kul olmak ve cenneti kazanmaktır.” demez. Ya da “asıl vazifem namaz, ibadet ve kulluktur” demez. Bazen mide, zevk ve lezzet daireleri o kadar büyük görülür ki, o kadar ehemmiyetli görünür ki herkesin derdi, tasası, endişesi dünyalık olur. Küçük bir daire olan mide dairesi hayatın en mühim dairesi görünür. Ona çalışılır. Bazen sanki bütün kainat mide dairesi için çalışıyormuş gibi bir hale gelir. Küçük, basit, geçici kariyer mücadelesi ve savaşı sanki bütün hayatın en mühim vazifesiymiş gibi ehemmiyetli görülür. Ya da bütün ömür vaktini siyaset dairesi için kullanır. Üçüncü beşince derecede olması gereken hayat daireleri birinci sıraya oturur. Az olan ömür sermayesi boş, batıl, faydasız, malayani ve zararlı dairelerde geçirilir. Ebedi saadet ve gençliği kazandıracak ahiret için bir saati vermeyenler, fani kısa ve meşkuk olan dünyevi hayat için saatlerini feda eder. Ehemmiyetli daireler geri bırakılır. Binlerce sene yaşayacakmış gibi, sanki ölmeyecekmiş gibi, sanki garantisi varmış gibi mühim vazifelerini erteleyip sıradan dünyevi işleri kıymetli ve ehemmiyetli görüp onlara yönelir. Onlarla ömrünü geçirir. Bugün ömrünü görsel medya başında, netlerin başında, boş kitapların başında, eğlence, yeme ve içmenin başında geçiren insanların sayısı az değildir.
Acaba başına ebedi cenneti ya da ebedi cehennemi kazanma davası açılmış olan bir insanın yapacağı en mühim şey bu davayı kendisine kazandıracak ya da kaybettirecek bir dava vekili bulmak değil midir? Sonsuz bir kazanış ya da kaybediş olacak olan bu davayı kendisine kazandıracak olan bir vekil bulmayan insana akıllı denilebilir. Böyle bir vazife için verilen ömür sermayesini, dünyevi maksatlar için kullanıp ahiret menzillerinde perişan olan bir adama akıllı denilebilir mi. Acaba eline verilen ömür, beden ve azaların değerini birlerden binlere çıkarması gerekirken, bu kıymetli azaları ve zamanı batıl, boş, faydasız ve malayani işlerde kullanarak değerini düşürüp cehenneme layık hale getirene akıllı denir mi. Yirmi dört saatten bir saatini bile hakiki ömrü olan ve ebedi yurdu olan ahiret hayatı için harcamayan ve mühim görmeyen ve vazifelerini aksatarak cezaya müstehak olana akıllı denir mi. Sermayeyi hayatını ve kıymettar ve değerli azalarını boş, kıymetsiz, değersiz işlerde harcayan kendisine o işleri mecbur ve vazifeli bilen bir insana akıllı denir mi… Gençlik nimetini ve sıhhat nimetini sefahatte ve günahta geçirip ihtiyarlığa ahlar ve vahlar bırakan, mühim vazifelere hizmet etmesi gereken gençlik ve sıhhati faydasız ve günah yollarda tüketene akıllı denir mi?
İnsanın eli, dili, kulağı ve ona hizmet eden bütün mahlukatın fiilleri ve vazifeleri gösteriyor ki insanın mühim bir vazifesi var. İnsana hizmet ettirilen bu mevcudat böyle basit, adi ve sıradan geçici zevklerin tatmin olması için hizmet etmiyor. Onun aklının, fikrinin olması idaresinin farklı olması ve şuurunun olması o insanın daha büyük vazifeler için gönderildiğini gösteriyor. Böyle basit, sıradan, geçici, işe yaramaz, fenaya ve zevala giden dünyevi işler için azaları ve hayatı verilmemiştir.
Ama işte o çekici, cazibedar ve etkili hale getirilen küçük, basit, geçici dairelere aldanıp nefsini, aklını, ruhunu onların ardına takıyor. Onların etrafında pervane oluyor. O yalancı zevklerin büyüsü ve etkisi ona hakiki ve mühim vazifelerini bıraktırıp bu dünyevi dairelerde boğuşturuyor. İnsan büyük gördüğü ama küçük işlerin olduğu dairelerin yalancı zevkleri ve eğlenceleri içerisinde boğulup gidiyor. Küçük gördüğü ama büyük olan dairelerdeki manevi ve maddi vazifelerden ise geri kalıyor. Hayatını küçücük, basit, adi dairelerde boğuyor. Daha çok nefsani ve hayvani maksatlara ya da malayani meraka veya vehmi ve farazi işlere taaluk eden dairelerde çırpınıp duruyor. Ebedi saadeti ve mutluluğu ve gençliği kazandıracak olan ubudiyet vazifesinin olduğu daireyi ve iman dairesini yok sayarak sanki işe yaramazmış gibi sırtını dönerek o daireleri geri bırakıyor. En mühim vazifesi olan Allaha iman etmek, Onu tanımak, Onu kulluk etmek ve şükretmek vazifesini unutuyor.
Eğer insanın en mühim vazifesi eğer iş güç sahibi olmak, evlenmek, çoluk çoğa karışmak, eğlenmek, ekmekli olmak, hayatını yaşamak ya da zengin olmak ev sahibi olmak oysaydı. İnsanlar bunların hepsini gerçekleştirip öyle ölürlerdi. Hayalini kurdukları ve ümit ettikleri bütün arzularını ve emellerini gerçekleştirmiş olurlardı. Ama bunların binde birini yapamamaları gösteriyor ki; en mühim vazife, amaç ve gayesi bu dairelerde çırpınıp sonra bir çoğunu gerçekleştirmeden ölmek değildir. Ruhun, aklın, bedenin, hayalin, hayatın neticesi ve insanın mühim vazifesi ebedi sonsuzluğu kazanmaktır. Fıtratın şiddetle istediği ve talep ettiği ebedi hayatı kazanmaktır. Sevgisini ve sevdiklerini ebedi yapmaktır. Gençliğini ve güzelliğini ebedi korumaktır. Geçici zevkler için, ebedi hayatın mahvetmemektir. Ruhunda derç edilen, cennet gibi bir hayat yaşamak arzusunu tatmin etmektir. Meftun olduğu ve sevdiği nimetlerin numuneleri değil asıllarını yemek.
Bunları kazanmak için bunların farkına varan, kulluğa yapışan, ibadete sarılan, şükrü bulan, zikrini unutmayan, ahiretin endişesini çeken insan en mühim vazifesini ifa etmiş olur. O vazifeleri aksatmamış olur. Bunları yapmayan ise geçici dünyanın büyüsüne aldanarak onunla kendisini oyalayarak en mühim vazifesini unutmuş olur.
Geçen günlerde arkadaşlarla kayak yapmak için kayak merkezine gitmiştik. Çoluk, çocuk, arkadaş, dostlarıyla gelenler çoktu. Binlerce insan o Allahın verdiği nimetin tadını çıkarıyordu. Herkes kayak işini iyi öğrenmiş kayıyordu. İnsanlar mutlu görünüyordu. Ama namaz vakti geldiği vakit ve kulluk için insanlar çağrıldığı vakit kimseler yoktu. Kimseler ayaklarındaki kar ayakkabılarını çıkarıp namaza ve ibadete koşmuyordu. Girdiğimiz lüks otelde mescit olmadığı için, kimselerin namaz derdi olmadığı için, çocuklara hazırlanmış kreş tarzı bir yerde namazı kıldık. Sonra yine çıkıp kayağa gittik. Kayak merkezi doluydu. İnsanlar neşeliydi, çocuklarına kayak öğretiyorlardı. Birlikte kayıyorlardı. Dünya cennetinde zevkleniyorlardı. Ama bu nimetleri karşı ödenmesi gereken ücret olan namazı vermiyorlardı. Kayağa ehemmiyet verip, şevkle zevkle yapanlar bir gün ellerinden çıkacak olan bu lezzetleri ebedileştirecek olan şükür, ibadet ve kulluğu yapmıyorlardı. Asıl vazifelerini unutan insanlar zahmetler ve meşakkatler çekerek bu dünyanın nimetlerinden lezzet almaya çalışırken, cennette zevklerin ve lezzetlerin zahmetsiz ve meşakkatsiz olduğunu düşünmüyorlardı. O lezzetleri kazanmak için dünyadakilere şükür etmenin gerekli olduğunu bilmiyorlardı. Ömür sermayelerini şükür olmadığı için heba edip mahvediyorlardı. Onlar ne kadar zevk aldıklarını zannetseler de aslında geçici ve zail ve devamlı olmayan bir şeyin gizli gizli elemini çekiyorlar ve devamlı olmamasından elem çekiyorlardı.
Lezzet, ücret ve rahatlık yeri cennet olduğu için bir insan dünyanın bütün lezzetlerini, nimetlerini, keyiflerini dahi sürse devamlı olmadığı için cennetin lezzetleri yanında hiç hükmündedir. Kıymeti yoktur. Daimi ve güzel lezzetleri ve hayatı kazandıracak olan ibadet, kulluk ve şükür vazifesini yerine getiren hem dünyada lezzet alır hem de ahirette. Hem burada mutlu olur hem de orada. Hem burada rahat eder hem de orada. Vesselam. Muhammed Şamil Kafkasyalı


Konular