SELAMLAŞMADA ÖLÇÜ

İslâmî ölçülere uygun selam alıp verme, ilmî bir dirayet istemektedir. Keyfine göre hareket etmek, sünnete uygun olmayan selamlaşma şekli türetmek olur. Bid'ata alışmaktan ve gayrimüslimlerin âdetine bulaşmaktan korunabilmek, sağlam bilgiler ile mücehhez olmayı gerektirmektedir. Selam veren, güzel bir yol takip edecek; selamı alan, daha güzel bir mukabelede bulunacaktır. Bu hususu kaziyye-i muhkeme haline getiren bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: "(İslâmî) bir selamla selamlandığnız vakit, siz ondan daha güzeli ile selam alın veya
aynıyla karşılayın" (1).

İnsanlık tarihi kadar eski ve köklü bir muaşeret kaidesi bulunan se-
lamlaşma, karşılıklı kelamlaşma değil, İslâmî ölçülere uygun biçimde muhatabına dua etmek ve bu duaya mukabelede bulunmaktır. Bu iddiamızı bir hadisi şerifle tescil etmek istiyoruz: Allah Teâlâ Âdem aleyhisselâmı yarattığı zaman:
- "Meleklerden (olup) oturmakta bulunan şu topluluğ (un yanın) a var ve onlara selam ver. Selamına nasıl mukabele edeceklerini (iyi) dinle. Çünkü onların selam (alma tarz) ı, senin ve zürriyetinin selamı (olacak) tır" buyurdu. Hz. Âdem, (meleklerin) yanına varıp:
- "Esselâmü aleyküm" dedi. Melekler:
- "Esselâmü aleyke ve rahmetullâh" dediler ve "rahmetullâh" lafzını ziyade ettiler (2).
Âyet-i kerime ve hadis-i şerifler ile vaz edilen İslâmî ölçüleri bera-berce inceleyelim:
I- Hangi lafızlarla selam verip alacağız:

a) "Esselâmü aleyküm" diyene, VE ALEYKÜMÜSSELÂM VE RAHMETULLÂH lafızları ile mukabele etmeliyiz.

b) "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâh" şeklinde selam verene, VE ALEYKÜMÜSSELÂM VE RAHMETULLÂHİ VE BEREKÂTÜH diye mukabele etmeliyiz.

c) "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh" cümlesi ile selam verene, aynı lafızları tekrarlayarak mukabele etmeliyiz.

Burada akla bir soru gelmektedir: (c) şıkkındaki selam verme tarzına, güzel mânâ ifaade eden bir kelime ekleyebilir miyiz? Hadis-i şerifte görülen artırma, sınırsız bir ziyadeliğe müsait değildir. Evet, teşvik vardır. Fakat buna sınırlama da yapılmıştır. İmam Mâlik, Muvatta'ında Abdullah bin Abbas (r. anhüma) dan, "Selam, bereket lafzı ile sona ermiş olur" buyrulduğunu rivayet etmektedir.

Bir şahıs Abdullah bin Ömer (r. anhüma) ya gelerek "Esselâmü alleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû ve mağfiretüh" şeklinde selam vermiş. İbni Ömer, "ve berekâtüh" sana yeter, buyurarak bir sınırlama getirmiştir.
Âyeti kerimedeki "daha güzeli ile selam alın" cümlesi, "berakâtüh" lafzı üzerine artırma yapmanın cevazını göstermektedir (3). Nitekim Sehl bin Muâz bin Enes el-Cüheynî'nin zayıf bir senetle babasından yaptığı rivayette: "Başka bir adam daha geldi de "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhî ve berekâtühû ve mağfiratühû" dedi. Resûlüllah (s.a.v.), onun selamına mukabele etti ve " Kırk (sevap) verildi" dedi.

Bu hususun belgesi olarak gösterilen bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir: Peygamber (s.a.v.) 'e bir adam geldi de:
- "Esselâmü aleyküm" dedi. Resûl-i ekrem o kişinin selamına mukabele etti, o şahıs oturdu. Peygamber (s.a.v.):
- "On (sevap yazıldı) dedi. Sonra başka bir kimse geldi:
- "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâh" dedi. Allah'ın Resûlü onun selamına da mukabele etti ve:
- "Yirmi (sevap yazıldı) dedi. Daha sonra başka bir fert geldi ve:
- "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh" dedi. Allah'ın Resûlü (o kimsenin selamına aynı lafızlarla) mukabele etti ve:
- "Otuz (sevap yazıldı) dedi (4).

II- Selam vermede öncelik tanınan kimseler:

1- Mütevazi davranmamıza daha uygun olduğu için, binekli, yaya yürüyene; yürüyen oturana (5) selam vermelidir.

2- Rahmet ve bereketin cemaat üzerine daha fazla ve devamlı inmesi sebebi ile efradı az olan bir topluluk, kendilerinden daha kalabalık cemaate selam vermelidir (6).

3- Yaşça küçük olanlar, saygıda kusur etmemek için, büyüklere selam vermelidirler. Allah Resûlü'nün sünnetine uygun olan tarz bu-dur(7).

III- Selam vermek caiz olan kimseler:

a) Yaşlıların çocuklara selam vermesi:
İnsanlık ufku bulunan Resûlüllah (s.a.v.)'in, oynamakta bulunan çocukların yanına varıp selam verdiği kesin olarak bilinmektedir (8).

b) Erkeklerin yaşlı kadınlara selam vermesi:
Bu cevazı belgeleyen bir hadis-i şerifte şöyle açıklanmaktadır: Resûlüllah (s.a.v.) bir gün mecside uğramıştı. Kadınlardan bir topluluk da orada oturmakta idi. Eliyle işaret ederek onlara selam verdi (9). Bu hadis-i şerif, sadece işaretle yetinildiğini değil, dil ile verilen selamın el işaretiyle birleştirildiğini ifade etmektedir. "Selam verdi" tabiri, bunu tesbit ve tasrih etmektedir (10).

c) Kendi ev halkına selam vermek:
Cenâb-ı Hak, İslâmî bir edeble hareket etmemiz için, biz kullarına hitaben "Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize selam verin" (11) buyurmaktadır.
Şayet evin içinde gözle görülen kimse yoksa, selam vermeyi ihmal etmemeli ve "Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihin" (12) denilmelidir. Enes bin Mâlik (r.a.) diyor ki: Resûlüllah (s.a.v.) bana (hitaben): "Oğulcağızım! Ehl (-i beyt) inin yanına girdiğin vakit selam ver.

Bu (selam), senin üzerine de ev halkının üzerine de bereket (vesilesi) olur" (13) buyurdu.

IV- Kendilerine selam vermek caiz olmayan kimseler:
Gayri müslimler, bu duaya lâyık olmadıkları için Yahudi ve Hıristi-yanlara İslâmî tehiyye ile selam verilemez, Şayet onlar selam verecek olurlarsa, sadece "ve aleyküm" demekle yetinilir (14).

Bir mecliste gayri müslimlerle bir arada oturmakta bulunan mü'minlere, "Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihin" (15) şeklinde selam vermelidir.

V- Selam vermek caiz olmayan zamanlar ve mekânlar:

1- Cuma ve bayram hutbelerinin okunduğu sırada, ne hatibe ne de cemaate selam verilmez. Oturulur ve irâd edilen hutbe dinlenir. Şayet selam verilecek olursa halkın dikkati dağılır ve bir farz yapılırken diğer bir vazife ihmal edilmiş olur.

2- Hadis rivayet edilen yerde okuyana ve dinleyenlere selam verilmez.

3- İlmî bir ders yapıldığı sırada, o mecliste hazır olanlara selam verilmez: Çünkü ders vereni ve dinleyenleri yanıltmak ihtimali vardır.

4- Ezan ve ikâmet okunduğu sırada selam verilmez. Çünkü icâbet-i lafziyye ile ezanı dinlemekte bulunan kimseyi yanıltmak ihtimali bu-lunmaktadır.

5- Helada def'i hâcetle meşgul olana selam verilmez.

6- Hamamda ve benzeri yerlerde tesettürü ihmal ve ihlal etmiş bulunan kimselere selam verilmez.

VI- Selam vermeye ilk başlayan olmaya çalışmak:

Birbirine selam vermede eşit durumda olan kimseler, fazilet nokt-sını kendi üzerinde toplayabilmek için, ilk önce selam vermeye özenmelidirler. Evet, selam vermek sünnettir, almak da farzdır. Bunda şüphe yok. Farzı işlemek, sünnetten efdaldir. Buna da kimsenin itirazı olamaz. Ancak selam vermede farklı bir durum vardır. Şöyle ki: Buradaki farz, selam verme sünnetinin işlenmesiyle mükellefiyet haline gelmektedir. Bu sebeple, selam veren mü'min, hem bir sünneti işlemekte hem de bir farzın işlenmesine vesile teşkil etmektedir. Bu cihetle Resûl-i Ekrem (s.a.v.), "İnsanların Allah'a göre en elverişlisi, selama ilk başlayandır" buyurmaktadır (16).

VII- Selamda dikkat edilecek edebler:

a) Konuşmaya başlamadan önce selam vermek:
Kelam, ekseriyetle, kendi meselelerimizi dile getirmekle sınırlanmış olur. Selam alıp vermek ise İslâmî bir vazifedir. Bu hususa dikkatimizi çeken Resûlüllah (s.a.v.), "Selam, kelamdan öncedir" (17) buyurmaktadır.

b) Toplu haldeki mü'minlerden birinin, karşılaştığı kimselere selam vermesi ile diğerlerinin de sünneti işlemiş sayılacağı:
Cemaat halinde yürümekte olan kalabalığın içinden biri selam verecek olursa hepsi adına yeterli olur. Hiçbiri selam vermezse hepsi sünneti terk töhmetini yüklenmiş olurlar. Oturanlardan biri de selam alacak olursa, cemaatin tamamı selam almış gibi ecir kazanırlar.

Selam vermek, kifâye yoluyla sünnet; almak da farz-ı kifâyedir. Bu sebeple bir kişinin selam vermesi veya alması ile diğerlerinin vebalden kurtulacağı izaha ihtiyaç göstermeyen bir husus olmaktadır.

c) Bir meclise gelen, selam vererek içeri girmeli; ayrılırken de selam vererek meclisi terk etmelidir (18).
d) Kısa bir ayrılıktan sonra bir araya gelenler selamı tekrarlamalıdır:
Akılların muallimi bulunan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), "Bir kimse, (din) kardeşine tesadüf ettiği vakit ona selam versin. Şayet ikisinin arasına bir ağaç, duvar veya kaya girip de sonra ona kavuşsa yine selam versin" (19) buyurmaktadır.

VIII- Gayrimüslimlerin selamlaşmalarını benimsememek:
İmanına uygun bir idrakin sahibi bulunan bir müslüman, ne ibadet ne de adetlerde gayrimüslimlerin tavrını benimsememelidir. Bu bir özenti olursa, sireti onlara benzeme hevesi ile kararır ve letâif kandilleri söner. Bu tehlikeden dolayı bizleri uyaran Peygamberimiz, "Kim bizden gayriye benzemeye özenir (ve gayret sarf eder) ise bizden değildir. Yehûd ve Nasârâ'ya benzemeye kalkışmayınız. Zira Yahudilerin selamlaması parmakları (nı ağzının üzerine koyma işareti) ile; Hıristiyanların selamlaması ise elleri (ni kaldırmak) iledir" (20) buyurmaktadır.

(1)Sûre-i Nisa, 86.
(2) Buhârî, c. 7, sh. 125.
(3) Tuhfetü'l-Ahvezî, c. 7, sh. 463.
(4) Tuhfetü'l-Ahvezî, c. 7, sh. 462-463.
(5) Bakınız: Buhârî, c. 7, sh. 127.
(6) Bakınız: Müslim, c. 7, sh. 2.

(7) Bakınız: Ebû Davud, c. 4, sh. 351.
(8) Ebû Davud, c. 4, sh. 352.
(9) TuhfetÜ'I-Ahvezî, C. 7, sh. 475.
(10) Ebû Davud, c. 4, sh. 352. (11)Sûre-iNur,61.
(12) Mânâsı: "Selam bizim üzerimize ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun".
(13) Tuhfetü'i-Ahvezi, c. 7, sh. 478.
(14) Ebû Davud, c. 4, sh. 353.
(15) Mânâsı: "Selâm, bizim üzerimize ve Allah'ın salih kullan üzerine olsun".
(16)et-Tâc,c.5,sh.223.
(17) Tuhfetü'l-Ahvezî, c. 7, sh. 479.
(18) Bakiniz: Tuhfetü'i-Ahvezî, c. 7, sh. 485.