İLAHÎ İMTİYAZLARA NAİLİYET ÖLÇÜLERİ

Âdemoğlunun imtiyazlarım tesbitte, akıldan mahrum bulunan canlılar ve beşerî topluluklar ile mukayese olmak üzere, iki yol vardır. İnsan, fizikî yapısının ihtiva ettiği maddelerin çokluğu ile madenlerden; gelişmesinde görülen hassasiyet cihetiyle bitkilerden; aklı ve tefekkürü ile hayvanlardan üstün bulunmaktadır.

Âhsen-i takvim sırrına mazhar olarak yaratılan insan, iman ile gayri müslimlerden; imanının kemal derecesine gelmesiyle avam tabakasından; kerametiyle kâmil mü'minlerden mümtaz bulunmaktadır. Bu imtiyazı, Kur'ân-ı Kerim'den örnekler göstererek vesikalandırmak istiyoruz: Hani melekler "Ey Meryem! Şübhesiz ki Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Senî tertemiz (büyüttü). Seni âlemlerin kadınları üzerine mümtaz kıldı" (1).

Kur'ân-ı Kerimi öğretme ve onunla ilgili ilimleri tebliğ ve neşr etme hizmetine kimlerin vâris kılındığı, bir âyet-i kerimede şöyle açıklanmak-tadır: "Sonra biz o kitabı kullarımızdan (beğenip) seçtiklerimize miras bıraktık" (2).

İlâhi bir tavzif yoluyla peygamberlik makamına getirilmiş bulunan zâtlar, mucize izhâr etme yeteneği ile, velilerden üstün ve farklı bulunmaktadırlar. Peygamberler camiasından olup da "ülül-azm" diye isimlendirilen zevât, Cenâb-ı Hakk'ın lutfettiği imtiyaz sebebiyle, diğer peygamberlerden derece itibarıyla farklı bulunmaktadır.

Bu iddiamızı Kur'ân-ı Kerim âyetleriyle tescil etmek istiyoruz: "Al-lah, hem meleklerden, hem insanlardan peygamberler seçer" (3). "Gerçek, Allah Âdem'i, Nûh'u, İbrahim hanedanını, İmrân ailesini -hepsi birbirinden (gelme) tek bîr zürriyet olarak- âlemlerin üzerine mümtaz kıldı. Allah; hakkıyla işitici, kemâliyle bilicidir" (4).

"Kuvvetlerin ve basiretlerin sahibleri olan kullarımız ibrahim'i, İshâk'ı, Yâkub'u da an. Çünkü biz onları katkısız (şâibesiz) bir hasletle -ki (bu daima) yurd (lan) nı hatırlama (ları ve onun için çalışmaları) dır- hâlis insanlar yapdık. Çünkü onlar bizim indimizde cidden seçkinlerden, hayırlı (zat) lardandı" (5).

"Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir? Andolsun ki biz onu dünyada beğenip seçmişizdir. O, şüphe yok âhirette de muhakkak salihlerden (yüksek derece erbâbından) dır" (6).

Cenâb-ı Hak, Hz. Musa'yı asrının insanları arasından hangi yönü ile mümtâz kıldığını şöyle açıklamaktadır. "Yâ Musa! Ben seni risaletimle, kelâmımla (bütün) insanlardan mümtaz kıldım,.." (7).

Hz. Musa, kelim olarak seçkin bir mevkiye ulaşırken Hz, İbrahim de halîl olarak imtiyaza erdirilmişti. Ülülazm peygamberler içinde en üstün mevkîi Peygamberimiz Hz. Muhammed işgal etmektedir. O, muhabbet makamının yegâne efendisi ve Rabbimizin Habibidir.

Habîb ile halîl kelimelerinin arasında mantık ilmi bakımdan, "umum husus mutlak" vardır. Yani habîb olan her zât, aynı zamanda halildir. Halil, dostluk mevkîinde bulunuyorsa da, habib derecesinde değildir. Bu iki yüce rütbe arasında bazı farklar vardır. Şöyle ki: Bir kimsenin "Halilullah" olabilmesi için önce kulun Allah'ı sevmesi, bu muhabbette sadakat göstermesi ve ilâhi imtihanları muvaffakiyetle atlatması sonunda Cenâb-ı Hak kulunu severse o kimse "Halil" dir. Fakat önce Rabbi kulunu sever, sonra kul kâmil bir muhabbetle Rabbini se-vecek olur ise ona da "Habîb" denilir.

Peygamberimiz, bir hadis-i şeriflerinde, kendisiyle ilgili istifâyı şöyle açıklamaktadır: "Şübhesiz, Allah İsmail'in evladı arasından Kinâne oğullarını seçti. Kinâne oğullarından da Kureyş'i ıstıfâ buyurdu. Kureyş (kabilesin) den de Hâşim oğullarını seçti. Beni de Hâşim oğulları arasından seçti (ve üstünlük verdi)" (8).

O yüce peygambere, bu ilâhî istifâdan dolayı Mustafa adı verilmiştir. Sözümüzü bir âyet meâliyle noktalamak isteriz: "De ki: Hamd olsun Allah'a, selâm olsun O'nun beğenip seçtiği kullarına" (9).

(1) Sûre-i Âl-i İmrân, 42.
(2) Sûre-i Fâtır, 32.
(3) Sûre-i Hacc, 75.
(4) Sûre-i Âl-i İmrân, 33-34.
(5) Sûre-i Sâd, 45-47.
(6) Sûre-i Bakara, 130.
(7) Sûre-i Ârâf, 144.