Kalben Yapılan Gıybet'in Haram Olması

Kötü söz gibi su-i zan da haramdır! Bu bakımdan başkasının kötülüklerini dil ile zikretmek haram olduğu gibi, müslüman hakkında içinden su-i zanda bulunmak da haramdır. Ben bundan kalbin kinini ve başkasının aleyhine kötülükle hükmetmesini kastediyorum. Kalbinden bir anda gelip geçen şeyler affedilmiştir.

Hatta şek ve şüphe etmek de affedilmiştir. Yasaklanan, başkasının hakkında kötü zanda bulunmaktır. Zan ise nefsin meylettiği ve kalbin yöneldiği şeyden ibarettir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Zira zarının bir kısmı günahtır.(Hucurât/12)

Kötü zannın haranı olmasının sebebi şudur: Kalbin esrarını ancak allâm'ul-guyûb olan Allah bilir. Bu bakımdan başkası hakkında kötü zanda bulunamazsın. Ancak te'vil kabul etmeyecek şekilde sana âyan beyan olursa, o zaman bildiğine ve gördüğüne inanmaktan başka seçeneğin yoktur.

Gözünle görmediğin, kulağınla işitmediğin birşeyin kalbine düşmesine gelince, o şeyi senin kalbine şeytan atmıştır. Bu bakımdan şeytanı yalanlaman gerekir. Çünkü şeytan, fâsıkların en katmerlisidir, Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.(Hucurât/6)

Bu bakımdan İblis'i doğrulamak caiz değildir. Eğer orada fesâda delâlet eden bir hayal ve bir karine varsa, onu tasdik etmen caiz değildir. Çünkü fâsığın doğru söylemesi tasavvur edilebilir. Fakat onu tasdik etmek senin için caiz değildir. Hatta ağzını koklayıp içkinin kokusunu duyduğun bir insan için ceza tatbik etmek caiz değildir; zira bu adamın ağzını içki ile çalkalayıp içkiyi dökmesi ve içmemesi veya cebren içmeye zorlanması mümkün ve muhtemeldir denilebilir. Bütün bunlar şüphesiz ki muhtemel delillerdir. Kalben onları tasdik etmek ve o delillerden ötürü müslüman hakkında kötü zanda bulunmak caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuşur:

Allah, müslümanın, kanını, malını ve hakkında kötü zanda bulunmayı haram kılmıştır.238

Bu bakımdan su-i zan ancak malın helâl olmasını gerektiren sebeplerle helâl olabilir. O da görme veya âdil bir delildir. Durum böyle değilse, kalbine su-i zannın vesvesesi gelirse, onu nefisten uzaklaştırmak gerekir ve nefsine 'Adamın -daha önce olduğu gibi-hali senin yanında kapalıdır. Senin ondan gördüğün şeyi hayra da, şerre de yorumlama ihtimâli vardır' demek gerekir.

Soru: Kalbine gelenin zan olduğu ne ile bilinir? Oysa insanın içinde şüpheler oynamakta, nefis daima kendi kendine bir şeyler fısıldamaktadır?

Cevap: Kötü zan olmasının alâmeti, onunla beraber kalbin daha önceki durumundan değişmesidir. Bu bakımdan kalp, az da olsa ondan nefret ederek bir ağırlık hisseder. Onu gözetmen, araman, ikramda bulunman ve ondan dolayı üzülmen gevşer. İşte bütün bunlar, kötü zan olmasının alâmetleridir. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Mü'minde üç şey vardır ki onlardan kurtulması için bir yol vardır. Kötü zandan kurtulmanın yolu ise şüphelendiği şeyin üzerine düşmemesidir.239

Yani ne fiilen ne de kalben onu araştırmamak ve üzerinde durmamaktır. Mü'min, kalbinde ve âzalarında ona yer vermemelidir. Kalpte yer vermesi, sevginin nefrete dönüşmesidir. Azalarda yer vermek ise, onun gereğince amel etmek demektir. Şeytan az bir hayalle bazı kere halk hakkındaki kötü zannı kalbe yerleştirir ve adama 'bu senin zeki oluşundan, zihninin süratle intikal edişinden dolayı kalbinde meydana gelmiştir' vesvesesini ilka eder ve devamla şu vesveseyi verir: 'Muhakkak mü'min Allah'ın nû-ruyla bakar! (Sen Allah'ın nûruyla bakarak bunu sezdin)'. Oysa böyle bir insan hakikatte şeytanın gururu ve meydana getirdiği karanlıkla bakıyordur.

Âdil bir kimsenin haber verip, senin zannının da o adil kimseyi tasdik etmesine gelince, sen burada mazur sayılırsın. Çünkü sen o âdil insanı yalanlarsan bu yalanlaman adalete karşı bir cinayettir; zira adaleti yalan zannetmiş olursun, Bu da su-i zandır. Bu bakımdan herhangi birisine -yani ne haber veren âdil kimseye, ne de hakkında su-i zan yapılması gereken şahsa- su-i zan etmemeli ve ikisi hakkında da eşit bir şekilde düşünmelisin. İkisinin arasında düşmanlık, çekememezlik ve kindarlığın olup olmadığını araştırmak gerekir. Çünkü bunlardan dolayı da itham etmiş olabilir! Allah'ın nizâmı, âdil bir babanın evladı için şahidliğiıü itham edilmek sözkonusu olduğu için reddetmiştir. Düşman aleyhindeki şahidliği de reddetmiştir. Bu bakımdan sen böyle bir durumda duraklamasın. Her ne kadar söyleyen adam adil olsa da onu ne yalanlamalı, ne de doğrulamalısın. Fakat nefsine 'Bahsi edilen kişinin hali, benim yanımda, Allah'ın örtüsü altında bulunuyor. Onun işi benden örtülü ve olduğu gibi kaldı ve onun işinden bana hiçbir şey keşfolunmuş değildir' demelidir. Kişi bazen zahirde adaletli olur. Onunla gıybeti yapılanın arasında herhangi bir kin de sözkonusu olmayabilir. Fakat halkın gıybetini yapmak, kötülüklerini belirtmek, bu zahirde adil görünen kişinin âdetinden olabilir. Dinleyen de onu âdil zanneder. Oysa o âdil değildir; zira başkasının gıybetini yapan bir kimse fâsıktır. Eğer gıybet onun âde-tinden ise şahidliği reddedilir. Ancak halk arasında gıybet yapmak âdet olduğundan dolayı gıybet hususunda gevşeklik gösteriyorlar. Halkın aleyhinde bulunmaya pek aldırış etmiyorlar.240

Ne zaman bir müslüman hakkında kalbine bir kötülük gelirse, o müslümanı daha fazla gözetmen ve durumunu sorman uygun olur. Ona hayırla dua etmen daha münâsib olur. Çünkü böyle yapman şeytanı kızdırır ve senden uzaklaştırır. Bir daha da şeytan senin kalbine kötü zannı ilka edemez. Çünkü senin dua etmekle ve hakkında kötü zan yapılmak istenen adamın hakkına daha fazla riayet etmekle meşgul olmandan korkar.

Müslümanın hatasını açık bir delille bildiğinde, gizlice kendi-sine nasihatta bulun. Sakın şeytan seni aldatıp o adamın gıybetini yapmaya sürüklemesin. O adama nasihat yaptığında, onun o eksikliğini bildiğine sevinerek nasihat yapma! Çünkü böyle bir sevinç, onun sana tâzim gözüyle, senin de ona hakaret gözüyle bakmandan ve kendini ondan üstün tutmandan kaynaklanır. Senin bu nasihattan maksadın onu günahtan kurtarmak olmalıdır. Bunu yaparken, dinin hakkında bir eksikliğin olduğunda nefsin için üzüldüğün gibi onun için de üzülerek yapmalısın ve yine adamcağızın o günahı nasihatinin tesiri olmaksızın bırakması, nasihatinin tesiriyle bırakmasından sence daha sevimli olmalıdır. Sen bunları yaptığın takdirde nasihat, musibetten dolayı üzülmek ve müslüman kardeşine din hususunda yardım etmek ecirlerini bir arada toplamış olursun. Su-i zannın semerelerinden biri de merakla araştırmaktır; zira kalp, su-i zanla kanaat getirmeyerek tedkik ve tahkik ister. Bu bakımdan hakkında su-i zan yapılan adamın durumunu araştırmakla meşgul olur. Bu da yasaklanmıştır. Nitekim Allah Teâlâ 'Birbirinizin gizli taraflarını araştırmayın' (Hucurât/12) buyurmuştur. Bu bakımdan gıybet, su-i zan ve araştırmak aynı ayette yasaklanmışlardır.

Tecessüss'ün mânâsı, Allah'ın kullarını Allah'ın örtüsü altında bırakmamak, onların gizli taraflarını öğrenmeye çalışmak ve üzerlerine gerilen örtüyü yırtmaktır -eğer kendisinde gizli olsaydı kalbi ve dini için daha selâmetli olurdu- böylece gizli olan birşeyi bilmek ister.

Biz Emr-i bi'l-Ma'ruf bölümünde tecessüss'ün hüküm ve hakikatini belirtmiştik.



240) Bu büyük bir beladır. Her memlekette halkın hemen hemen tümünü içine alır. Bu durum fesadın en büyüğüdür. Ancak Allah'ın koruduğu insan bundan kurtulabilir! (İthafus-Saadc)