HAYANIN GÜZEL AHLAKTAKİ YERİ VE DEĞERİ

Utanma hissi, imanın ayrılmaz bir lazımı ve güzel ahlâkın en yüksek derecelerindendir. Hayasız kimsede iman aramak, ölüde can ara-mak gibidir.
Hayâ, iman ile o derece kaynaşmış bulunmaktadır ki, birinin varlı-ğı, diğerinin mevcudiyetine bağlıdır. Eğer bir vücutta can varsa hare-ket ve faaliyet de vardır. Bunların yokluğu, o cesetten canın ayrıldığı-nın delilidir. Aynen bunun gibi, iman bulunan kimsede Hakk'tan ve halktan utanma duygusu olacaktır, olmalıdır. Hayasız insan imansız, imansız kimse de hayasızdır.
Vücut ikliminde haya güneşi ışımaya başlayınca, fert ve cemiyet-te, derece derece haya müşahede edilmeye başlar. Utanma hissinin ilk mertebesi, ayıplanmaktan çekinerek çirkin şeyleri terk etmektir. Bu duygu kuvvet kazandıkça, sahibini hem fenalıklardan alıkor hem de iyi ve güzel şeyleri işlemeye sevk eder.
Hayanın kemal derecesini, Cüneyd-i Bağdâdî şöyle açıklamakta-dır: "Bir, Allah Teâlâ'n nın ihsan ettiği nimetlere ve bir de kendi kusurları-na bakmaktan insanda bir sıkılma hissi doğar. İşte "Hayâ" budur."
Dini vazifeleri öğrenmeye engel olacak derecedeki sıkılganlıktan başka, utanmanın her şekli makbuldür. Zira o, iman ağacının en tatlı meyvesidir.
Hayâ, ahlâksızlık seline karşı ilâhî bir "Sed"dir ki bir çok kötülüğün işlenmesine ve yayılmasına engel olur. O; yerine göre ayakta bağ, gözde perde, elde kelepçe ve dudakta kilittir. Büyük veli Zünnûn-i Mısrî "Sevgi konuşturur, haya ise sükut ettirir" demiştir.
Zengin, sahavetinden; genç kız, iffetinden dolayı nasıl kınanamaz ise, mü'min de "Utangaç" olduğundan dolayı ayıplanamaz.
Utanmayı "Aşağılık duygusu" diye vasıflandıranlar kendi alçak se-viyelerini ortaya koymuş olurlar. İki ellerini yere koyup, ayaklarını ha-vaya kaldıran bir kimse, yeri baş üstünde, semayı da ayağının altında sanır. Bu çarpık görüş, onun aldığı şekilden doğmaktadır. Yoksa gök, ayak altına inmiş değildir.

İnsanlardan bir kısmı, elde edemediği veya avucundan çıkardığı şeyin düşmanı kesilmektedir. Hayasız insanlar, kendilerinde bulunma-yan bu şerefe sahip olan kimseleri çekemezler. Kıskançlıkları, kendile-rini rahatsız eder de hayalı insanlara düşman kesilirler. Şair ne hoş ifa-de etmektedir:
Erbâbı kemâli çekemez nâkıs olanlar, Dide-i huffâş rencide olur zivâdan.
Bir kısım anne ve baba vardır ki, hayalı olan evladını, açılsın diye, utanmamaya zorlar. Çocuk, bu zorlama ve baskının tesirinde kalarak, utanmayı atmak ve açılmak için şuursuzca davranışlardan fayda umar. Sonunda kabak çiçeği gibi açılır da serseri bir tip olur çıkar.,.
Ensardan bir sahâbî, utangaç olan kardeşini, fazla hayalı olmak-tan zarar göreceğini zanneder ve onu aşırı utangaçlıktan vaz geçirme-ye çalışırken Efendimizin yolu, bu iki kardeşin bulunduğu yere varır, Resul-i Ekrem, duruma muttali olunca "(Bırak onu, zira) utanma iman-dan (doğmakta)dır" (9) buyurdu.
Aklı başında bir kimse, hayadan bir zarar geleceğini iddia ede-mez. Esasen böyle bir endişe de yersizdir. Buhari ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte de "Utanma, hayırdan başka bir şey getirmez" (10) buyurulmaktadır.
Hayâ, ferdin yüz akı ve toplulukların zinetidir. Utanma hissi, hangi sebebe bağlı olursa olsun, sahibini iki cihan saadetine ulaştırır. Yüce Halikımızın hayâsız olarak yarattığı hiçbir kimse yoktur. Rızık, insanlar arasında nasıl taksim olunmuş ise haya da öylece tevzi olunmuştur. Hayasız insan, verilen bu cevheri yitirmiş bulunduğu için ondan mah-rum bulunmaktadır.

ayağa düşürmüş olur. Çamura düşen cevheri, cam kırığından ayırmak güç olur. Zira bu kadar kıymeti olan taşın, çamur içinde işi olmamalı-dır.
Hele genç kızda utanma hissi en üstün seviyede olmalıdır. Geç-miş zamanlardan günümüze kadar intikal eden bir mesel vardır: Utan-gaç erkeklere "Kız gibi hayalı" denirdi. Şimdi bu ölçü, oldukça örselen-miş ve kıyas noktası olma değerini kaybedecek duruma düşmüştür. Zamanımızın pekçok kızı, hayasını yitirmiş ve utanmazlığı biraz daha öteye götürmekte birbiriyle yarış halindedir.
Asrımızın utangaç bir erkeği, kıza benzetilecek olsa övülmekle ye-rilmekten hangisine muhatap bulunduğunu tahminde güçlük çeker. Zi-ra "müşebbehün bih" de haya kalmadığı için, utanma hissinden soyun-muş bir kıza benzetildiğini sanıp üzüntü duyar. M. Âkif Bey bu hâli ne güzel dile getirmektedir:
Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde, Ne çirkin yüzler örtermiş, meğer bir incecik perde.

(9) Müslim, c. 1, s. 46.
(10) Müslim, c. 1, s. 47.