RESÛL-İ EKREM'İN GÜZEL AHLAKI

Güzel ahlâkın en canlı mümessili bulunan Efendimiz, hiçbir zaman pörsümiyecek ahlâk-ı hamidenin esaslarını, hadis-i şerifleriyle tesbit etmiş ve kurmuş olduğu bu esaslara ömrü boyunca riayet etmiştir. En güzel bir ahlâk üzere bulunduğu Kur'an-ı Kerim'de tescil edilmiş olmasına rağmen o, daima güzel ahlâkın tâlibi olmuş; yaptığı dualarda Cenâb-ı Hakk'tan sıhhat, âfiyet ve güzel bir huy istemiştir.

Kâinâtın efendisinin bu duaları, güzel huyun kendisinde devamlı olması isteğini aksettirirken değer ve kıymet bakımından ahlâk-ı hamidenin ehemmiyetini ortaya koymaktadır.

Mübarek ayağını öpme şerefine ermiş kum zerreciklerini bile ulvîleştiren Fahr-i Kâinat Efendimiz, âlemlere mir'at olan "Hüsn"ünü, aynada temâşâ ettikleri zaman tevazuun yüce zirvesinden şu duayı te-rennüm ederdi:

"Ya Allah, yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlâkımı da güzelleştir."

Peygamber Efendimizin ahlâktaki kemâlini ve faziletteki üstünlüğünü en salâhiyetli ağızdan dinlemek isteyen bazı sahabîler, bu arzularını Hz. Aişe'ye açtıklarında, mü'minlerin annesi kendilerine:
"Siz Kur'ân okumuyor musunuz?" diye sordu.
Ashab:
"Evet, okuyoruz" dediler.
Hz. Aişe:
"Resulullah'ın ahlâkı Kur'an(a muvafık) dı" diye sözünü tamamlamıştır.

O, evinin köşesinde oturan saadet asrı kızlarından daha hayalıydı. Çile ve ibtilâlara tahammül göstermede insanların en sabırlısı bulunuyordu.

O; korkaklık ve cimrilikten hoşlanmazdı. Harp meydanlarında ashabı ile birlikte savaşa katılır, en tehlikeli anlarda şecaat ve sebatın eşsiz örneklerini verirdi. Cömertlikte, esen yelden; hayırhahlıkta, akan selden daha öndeydi.

O; tevazuda toprak, merhamette güneş gibiydi. Sofrasını yere serer, hiçbir yemeği beğenmezlik yapmaz, ekmeğini sirkeye banarak yer ve "Sirke ne hoş bir katıktır" buyururdu. Yemeğe besmele ile başlar, sonunda "Mün'imi Hakîkî"ye hamd ederdi. Efendimiz, binekte tercih yapmaz, merkebe bindiği de olurdu.
O; çocuklara dahi selâm verir, kölelerin bile davetine varırdı. Yüksek yer aramaz, hasır üzerinde uyuduğu çok olurdu. Şefkat elini müşriklere bile uzatan efendimiz; yüzünü yaralayan ve dişini kıran müşrike bile beddua etmemekle, âlemlere rahmet olarak gönderilişinin en açık örneğini vermişti.
Gözü uyusa bile kalbi uyanık duran efendimiz, az gülerdi. Kahkaha ile gülmeyi sevmez; tebessüm ederken eliyle ağzını örterdi.

Hikmet güneşinin kalp ufkunda doğmasına ve mânâ hazinesinin kalbe dolmasına sebep olan tefekkürü çok severdi. "Tefekkür gibi (na-file) bir ibadet yoktur" buyurur idi.

Nafile ibadetin en kolayını ve vücuda en hafif gelenini "Sükut ve güzel huy" diye tarif eden efendimiz, ahlâk-ı hamideye ulaşmakta sükutun tesir ve değerini kendi hareketiyle açığa koymuş bulunmaktaydı. Sözün değerlisini ifadeye muktedir olduğu halde sükutu sevmesi, tefekkür yoluyla daha yüce mânâlara mazhar olmak içindi.

Bu sükut, hakkı söylememek mânâsında bir susma değil; hayrı ifade etmeyi bilmeyenin zararlı veya faydasız söz konuşmamasına işaret içindir. Bu sebeple O, "Hayrı söyle, aksi halde sus" buyurmuştur.

O, ağzını açtığı zaman, dilinden ebediyyetin selsebilleri akardı. Buna rağmen sükutta daha büyük fazilet bulunduğunu gördüğünden dolayı "Sükut eden kurtuldu." (1) buyururlardı.

"Güzel ahlâkı tamamlamak için (peygamber olarak gönderildim" (2) buyuran Efendimiz, su ve benzeri bir şey dağıttığında, en son içen kendisi olurdu.
Gül yüzünden tebessüm eksik olmazdı. Bir kimse onun konuştuğu kelâmı saymak dilese buna imkân bulurdu. Çünkü o, açık olarak ve tek tek konuşurdu. Yolda giderken konuşmaktan hoşlanmazdı.

O, güzel koku takdim edildiğinde geri çevirmezdi. Sadaka yemez, hediye kabul eder, karşılığında ikramda bulunurdu.
Vicdanların mürebbisi bulunan Efendimiz, aksıracak olsa elini ağzı üzerine koyarak yapardı.

Temizlik, onun şiarıydı. Her cum'a günü boy abdesti alırdı.
Gayr-i müslim milletlerden murahhas bir hey'et geldiğinde elbise-lerinin en güzelini giyerek yanlarına çıkar ve İslâm düşmanları karşı-sında şeref ve vakarını korurdu.

Allah'a imandan sonra, akıllı olmanın en başta gelen sebebini güzel ahlâk olarak gösteren Efendimiz (s.a.v.) kimseye yük olmak istemez, kendi işini bizzat yapmayı severdi. Gömleğinin söküğünü diker, yırtığını yamardı. Ayakkabısını onarır, koyununu sağdığı olurdu.
Onun dostluğunda vefa çok, cefa yoktu. Sevdiklerine yâr olur, bâr olmazdı.

Ashabından birini üç gün görmese, nerede ve ne durumda olduğunu sorardı. Seyahate çıktığını duyarsa hayır duada bulunurdu; Şayet memleket içinde ise ziyaret eder; hasta olduğunu işitirse "Geçmiş olsun"a giderdi.
Ashabından biriyle karşılaştığı zaman onunla musâfaha eder, o ayrılmak istemedikçe efendimiz çekilip gitmezdi. Yolculuk yaptığı sırada, yaya kalan sahabiyi devesinin ardına bindirirdi.

Onların rüyalarını dinler ve tâbir ederdi. Derdlerine çare arar, sevinçlerine ortak olurdu, elindeki imkânlarını ümmetinin ihtiyaçlarını karşılamakta sarfederdi. Kul, kardeşine yardımcı olduğu müddetçe Allah'ın kuluna yardımcı olacağını ashabına haber verip onları hayırhah olmaya teşvik ederdi.
Akrabasını ziyaret eder, onlara iyilikte bulunurdu. Amcasına, çocuğun babasına göstermesi gereken saygıyı gösterirdi. Aile efradına ve çocuklara acımakta insanların en merhametlisiydi.

İki cihan saadetini, iman ağacının ahlâk meyvelerini vermekte gören Nebiyy-i Âhirzaman, ümmetlerini bu değerler etrafında toplamak gayretini gösterirdi. Bu yoldan ayrılmanın felâkete sebep olacağını bildiğinden "Ya Allah, ayrılık(lar)dan, nifak (imanda iki yüzlülük yapmak) dan ve kötü ahlâktan sana sığınıyorum" (3) diye dua ederdi. Bir âyeti kerime meâliyle sohbetimize son vermek isteriz:

"Andolsun ki Resulullah'ta sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umar olanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir (imtisal) nümune(si) vardır" (4).

(t)Feyzü'l-Kadir, c. 6, s. 171.
(2) Keşfüi-Hafâ ve Müzîlü'l-İlbâs, s. 287.
(3) et-Terğıb ve't-Terhib, c. 3, s. 413.
(4)Sûre-iAhzâb,21.