YAZICIZADE VE MUHAMMEDİYE

Malkara ilçesinin Kadıköyü'nde dünyaya gelen Mehmed Efendi'nin doğum tarihi bilinmemektedir. Babası Selahaddin Efendi, ilim ve irfanı ile ve yazdığı değerli eserlerle tanınmış âlim bir zattır. Hattatlığı ve devlet hizmetinde kâtip olarak çalışması sebebiyle "Yazıcı" lâkabı ile anılır olmuştur. Mehmed Efendi'nin ismi, babasının lâkabı ile; pederinin adı da oğlunun ilim ve tasavvuf sahasındaki kemalatı ile "mâruf-i cihan" olmuştur,

Yazıcıoğlu, babasının ilminden faydalanarak tahsil hayatına adım atmış, ilmi arttıkça daha büyük bilgilerin tâlibi olmuş ve ihtisasını geliştirmek için İslâm âleminde sefere çıkmış, önce İran'a oradan da Mâverâünnehr'e gidip ilim sahasında temayüz etmiş zatların bilgilerin-den faydalanmıştır. Ezelî istidâdının ve aklî kabiliyyetinin vüs'atı sebe-biyle, müteaddit zatlardan ve bilhassa Zeynü'l-Arab ve Haydar Hâfî gibi ilim kutublarından büyük çapta istifade etmiştir. Tasavvuf sahasındaki nasibini Hacı Bayramı Veli hazretlerinden almış ve onun işaretleri ile seyri sülûkini tamamlayıp zâhir ile bâtın ilimlerinin mülteka'l-bahreyn'i haline gelmiştir.

Bu muhterem zât, önce, Arapça olarak "Meğâribü'z-Zaman" adlı eserini telif etmiş ve kardeşi Ahmed Bîcân hazretlerinden bu eserin Türkçeye tercemesini rica etmiştir. "Envâru'l-Âşıkîn" ismi ile dilimize çevrilen bu eser, muhtelif tarihlerde ve müteaddit defalar basılmış bu-lunmaktadır. Müellif, bu kitabın ihata ettiği mevzuları ve yazdığı sırada müracaat ettiği kaynakları "Muhammediye" adlı eserinde şöyle açıklamaktadır:

Ne denlû var ise âlemde tefsir,
Bulup aldımdı ma'zini bir bir.
Ehadis ü tamam İhyâ'yı süzdüm,
Oniki ilmin aslı üzre dizdim.
Cihânın ihtidâsın, intihâsın,
Meğârib'de yazıbdım müntehâsın.
Dedim Bicân'a ben dahi gel,
Çü düzdüm bu kitabı sen dahi gel.
Bunu Türkî diline döndür imdi,
Yayılsın ile, şehre gönder imdi.

Yazıcızade Muhammed efendinin en meşhur eseri, "Muhammediye" adını verdiği kitabıdır. Bahsi geçen eserin yazılış sebebi, Muhammediye'nin baş tarafında şöyle beyan olunmaktadır: Gelibolu'nun mâneviyat erbabından bir hey'et toplanıp müellifin inzivaya çekildiği deniz kenarındaki hücresine gelmişler.

Sıra söze gelince, Peygamberi-mizin kemâlâtını dile getiren manzum bir eser yazmasını kendisinden rica etmişler. Onun gelen zatlara cevabı şöyle olmuş:
Düzülmüştür nece mevlid kitabı, Yazılmıştır nece evsâf-ı kübrâ.
Bu hey'et, istedikleri kitabın mevcutlardan farklı bir eser olduğunu; tefsir ve hadislere yer verecek, ilim ile ilâhî aşkı, zikirle fikri, hacimde şekil gibi mezc edecek ve İslâmî hakikatleri dimağlara nakş edecek bir eserin yazılmasını rica ettiklerini izah ve tekliflerinde ısrar etmişler. Bu-nun üzerine müellif:

Dedim ki, ger ola takdir-i ilâhî,
Koyam bu yüzde bir zülf-i mutarrâ.
Benâgâh düşüm olur bir gece ben,
Görürsem ki Muhammed sırr-ı esrâ.

Gördüğü bu mesut rüyâda kâinâtın yegane efendisinden aldığı işaret üzerine Muhammediye'yi yazmaya başlamıştır. Bu eserin telifine Hacı Bayram-ı Veli hazretlerine intisabından sonra ve ahirete irtihalinden dört sene kadar önce başlamış, 853 (M. 1449) da tamamlamıştır. Bu safhayı şu beyitlerle tesbit etmektedir:

O cümle kâinatın âfitâbı,
Çü emretti bana düzdüm kitabı.
Eğer zabt etmek istersen tevârih,
Sekizyüz elli üçteydi târih.
Cemâziyel-ahire âhir olupdu,
Kitab âhir olup, fâhir olupdu.

Bu manevi beşaretin sevinci ile, kanatlanmışcasına, maneviyat semasının burçlarına pervaz eden Yazıcıoğlu; Peygamber (s.a.v.)'e aşk derecesinde mahabbetin bu canlı ve şanlı sayfalarını yazmaya başlamıştır. Kitabın matlaı, on beyittik bir nazım ihtiva etmektedir. Onlardan birkaç beyti aşağıya alıyoruz:

İlâhün vâhidün Rabbün teâlâ,
Hüvallâh'ül-Bediul Hakku'l-âlâ,
Teâlâ zatühû lemmâ tecellâ,
Minel-gaybi ilel ayni fe cellâ.

Bu kıymetli eserde tevhid ve nât manzumelerinden sonra, aklın yaratılışı, Âdem aleyhisselâmın ve diğer peygamberlerin hayatı dile getirilmektedir. Ondan sonra, Resulullah (s.a.v.)'in dünyaya gelişi, evsaf ve kemâlâtı, miracı ve Medine'ye hicreti, kıblenin tahvili, Peygamberimizin çeşitli mucizeleri ve ashabından bahseden parçalar yer almaktadır.

Muhammediye'nin yazılmasında aruz vezninde kullanılan bahirlerden yedi tanesinin istimal edildiğini, "Hâtimetü'l-kitab" kısmında geçen,
Yedi bahir üstüne nazm-ı musanna Sekiz uçmak gibi bezm-i murassa
beytinden öğreniyoruz. Yer yer mesnevi tarzında yazılmış nazımlar dikkati çekmekte ve kaside tarzında da çok güzel parçalar eserin değerine renk katmaktadır. Bunlardan biri "Kaside-i Rabbâniye" olup, bir kaç beytini aşağıya aktarıyoruz:

Yine arz eyledi dilber, yüzün kasr-ı celâliden;
Yine nâlendei şeydâyem, şerâb-i lâ-yezâliden.
Cemâli âfitabının şuâı etmeden pertâb,
Adem şehrinde sâyeydi cihan fey'i zevâliden.
İki âlem vücudu kim düşübdür sırrına Mushaf,
Kemâli hüsnü âyâtın açar aynı kemâliden

Hz. Peygamber (s.a.v.) ile alâkalı kasideler, aşk şelâlesinin çağlayışını andırmakta; Arap, Fars ve Türk dillerinden örülmüş beyitlerde, onun aşkının galeyâne geldiği müşahade olunmaktadır. Yazıcıoğlu'nun ruhunu tutuşturan muhabbet-i Muhammedî, okuyanları ve dinleyenleri ulvî bir tesir altına almaktadır, Kalbinde volkanlaşan muhabbet ateşinin yakıcı tesirini, Muhammediye'nin "Kafiyetü'l-kaf bahsinde yer alan bir beyitte (s. 313) şöyle dile getirmektedir:

Senin vasfın kitabını yazarken Yazıcıoğlu,
Yanar cânı eder âhı elinde tûtuşur evrak.

Hz. Muhammed (s.a.v.)'i övmek için yazdığı bir kasidenin şu beyitleri, ne kadar güzel, akıcı ve duyguludur:

Eğer Rûmun revanında görürsem ben dilârâyı,
Revanına revan ide Semerkand'i Buhârâ'yı.
Dilârâdır tutan hurrem, gözüm gönlüm cihanını,
Ve illâ nite bulaydı dilârâyı dilârâyı.
Gelür derler dilârâmi, gider derler dilârâmi,
Şu dem bulur dilârâmi, ki ben bulam dilârâyı
Senin husnün hayâlinin çü düştü âleme aksi,
Sabâ nakkâşi renk âmiz edüp yazdı hezârâyı
Çü gördü Yazıcıoğlu ki sensin âşık u mâşuk,
Bi-küllî sende mahvoldu, kodu tedbir ile râyı.

Arap, Fars ve Türk dillerini çok iyi bilen müellif hazretleri, aruz veznini ölçü ve kafiyeleri içinde, söz ve mânâ özellik ve güzelliklerini, cinasları ustaca kullanmış ve edibâne tasarrufları ile onları renklendirmiş bulunmaktadır. Aruz veznine ariz ve amik vukufu bulunan ediblerimizin meçhulü değildir ki, bu kadar lüğati bol bir manzumeyi bu derece berrak bir ifade ile telif edebilmek, kolay olan bir iş değildir. Telifinin üzerinden dört asrı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, bu çapta doyurucu bir eser yazılamamıştır. İddiamızın tek müstesnası, Süleyman Çelebi hazretlerinin "Mevlididir.

İnsan, beyitlerdeki lüğatların mânâsını tamamen anlayamasa bile, bir aşk ve heyecanın lem'asını ruhunda müşahede etmektedir. Bu değerli eserin anlaşılmasını teshil için, İsmail Hakkı Bursevî hazretleri "Ferahu'r-Rüh" adlî iki ciltlik çok kıymetli ve Türkçe bir şerh yazmış bulunmaktadır. Ferahu'r-Rûh, "Muhammediye"nin içinde geçen muğlak kelimelerin izahını ve tasavvufî tabirlerin teşrihini yapmaktadır.

Yazdığı eserle gönülleri yandıran ve uyandıran Yazıcızâde Mehmed Efendi, sayılı nefeslerini İslam dininin yücelmesi ve insanlığın irşadı için sarf edip 855 (M. 1451) tarihinde Gelibolu'da âlem-i cemâle göç etmiştir. Kabr-i münevverleri, İstanbul yolu üzerinde, sol tarafta, mütevazi bir türbe içindedir. Kardeşi Ahmed Bîcân'ın kabri de yolun sağında bulunmaktadır. Gelibolu halkı için olan niyazı ile sözlerimi noktalamak istiyorum:

Hususâ kim Gelibolu diyârın,
Kamudan ön şefaat eyle yârın.