Son Fantezi Kadınları Okutma, Kadınları Kültürlü Yapmadır. !

AŞAĞIDA HOCAEFENDİ’YE cami kürsüsünde sorulmuş bir soruya verdiği cevabın yazıya dökülmüş hâline yer verilmiştir.
Peşinen söyleyeyim ki, ne bir metnin içinden cımbızla çekerek işime gelen bir kısmı alıntıladım; ne de Hocaefendi’nin şahsı ile ilgili bir spekülasyona vücut verme amacı taşıyorum.
Ve onun bundan yaklaşık otuz yıl önce seslendirdiği –tam tarih bilemiyorum; kasetin üzerinde tarih yazmıyordu- bu görüşlerin büyük bir kısmını bugün benimsiyor olduğumu da ifade edeyim.
Hocaefendi’nin bu konudaki temel duruşunda bugün bir değişiklik olduğu, en azından o zamanki fikir ve yaklaşımlarını bugün seslendirmekten belli gerekçelerle içtinâb ettiği anlaşılıyor.
İşte ben bu farklılaşmanın tahlilinin önemli olduğunu düşündüğüm için konuyu gündeme getiriyorum.
Bu mevzuda oluşacak fikrî birikimin, zihnî pozisyonumuza katkı sağlayacağını ümîd ederim.*
SORU:
Biz imam hatip okulunda okuyan, yüzümüz görünmeyecek şekilde örtünen dört arkadaşız. Fakat mecburiyet karşısında okulun bahçesine girince peçemizi indiriyoruz. Derse peçe takmadan, fakat örtülü giriyoruz. Erkek hocalarımız da var. İslâmî bakımdan sakıncalı, mahrem oluyorlar. Bu durum karşısında ne yapmalıyız? Kız talebeler için, tesettürlü kadın muallimler bulunan, dinî bakımdan terbiye verilen yetiştirici bir yurt veyahut dershane kurulması mümkün değil midir? Şayet böyle bir dershane kurulursa bizim gibi kardeşlerinizin yetiştirilmesi için çok faydalı olacağına eminiz. Bu konuda bizi irşâd ederseniz memnun oluruz.
HOCAEFENDİ’NİN CEVABI:
Bu bir sorudan daha ziyade, bir derde çare bulmamız hususunda bir fikir getiriyorlar.
Bazı vesileleri değerlendirerek bu mevzuda asıl nokta-i nazarımızı birkaç defa, dinleyenlere intikal ettirdik. İlerici olmanın ve Batı anlayışında bir cemaatin ferdi bulunmanın zarurî gereği ve muktezâsı olarak günümüzde kadının okuması üzerinde hassasiyetle, titizlikle duruyorlar. Bir toplulukta kadın okumuyorsa, o topluluk geridir diyorlar. Ve biz de hâliyle tabi bunu kabulleniyoruz. Bu, bu mevzuda bizim herhangi bir hesabımıza dayalı değildir. Bu hususun hesabını hiç yapmadık. İyi, terbiyeye vâkıf/nigehban, insan psikolojisine âşinâ, İslâm ahlâkiyâtını çok iyi bilen insanlardan müteşekkil encümen-i dânişlerimiz, bu meseleyi meclis-i meşverete getirip, enine boyuna müzâkeresini yapmadılar. Bizim bu mevzuda attığımız adımların arkasında Batı’da böyle bir şey yapılmış olması hususu vardır: “Kilise, kadınları okutuyor, biz niye okutmayalım!!!”; “Yahudi kadınları okuyor, biz niçin okumayalım!!!”; “Hep böyle kadınlarımız câhil kalacak da, Fatihsiz, Yavuzsuz mu kalacağız!!!”; “Analarımız okumuş olsaydılar bizim, şimdiye kadar çoktan birkaç tane Fatih yetiştirirlerdi!!!”… Herhangi bir hesabı yapılmadan söylenen sözlerdir bunlar…
Bu hususta büyük iddialarla ortaya çıkan herkesle, en âmî adam bile münakaşa yapıp aksini söyleyebilir. ‘Ana okumalı mı, okumamalı mı?’ rahatlıkla münakaşası yapılabilir bunun…
Bu mevzuda ikna edici hiçbir şey getirilememiştir. Halbuki aksine ikna edici çok şey söylenebilir.
Evvelâ ben bunun birkaç defa arz ettiğim şekliyle böyle bilinmesinde fayda mülâhaza ediyorum. Bu mevzuda rahat konuşurken devr-i Risâlet penâhideki tatbikata bakıyorum. Allah Resulü’nün devrine insanlar fikren, ruhen ve İslâmiyet’i pratik bakımından yaşayıp yaklaştıkları nisbette kurtuluşa doğru gidiyorlar demektir. Resulullah’tan uzak olduğu nisbette de, isterse hat uzatsın aya gitsin gelsinler yirmi dört saatte; baş aşağı gidiyorlar demektir. Resul-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, bizim için hiçbir zaman yanıltmayan bir ölçüdür. ‘İnne fi Resulullahi lekum usvetün hasene’: ‘Allah Resulü’nde, sizin için iktidâ edip örnek olarak alacağınız en güzel numûneler vardır’. Resul-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem, belli bir dönem için örnek ve numûne olup da, ondan sonraki devirler için tavırları demode olacaksa, O, kıyâmete kadar peygamber değildir.
Ben çok rahatlıkla size soru sorabilirim: Allah Resulü’nün üç tane muhtereme kerîmeleri vardı; hangisini nerede okuttu Allah Resulü? Ondan sonra, torunları vardı; hangisini aldı okuttu? Ve siz bana gösterebilir misiniz; Tâbiînin o muhteşem baş döndürücü imamlarını yetiştirmişlerden bir tane ana mektep ve fakülte bitirmiş olsun?
Fatih’in anasının adını biliyor musunuz? Elif-be okumasını bilmiyordu o kadın…
Yıldırım Bayezid gibi dev bir adamı yetiştiren de hiçbir mektepte okumamıştı…
Yavuz’un anasını söyleyene mükâfat vereceğim ben… Mektebe gittiğini isbat eden olursa vâizlikten vazgeçeceğim…
Evvela kuru sevdayı bırakmak lazım…
Boş hülyâlar…
Ana anadır. Ne yapar ana, benim anam? Çocuklarına çok güzel bakar. Onların terbiyesiyle meşgul olur. Efendisine karşı itaatkâr olur. Ana, babayı yıkmaz o evde; baba da anayı yıkmaz; ikisi de bir âbide hâlinde çocukların nazarında büyür. Efendiye çalışma gücü kazandırır ana…Eve geldiğinde “Efendi hizmet mevsiminde senin ne işin var burada? Gidip hizmet etsene!” der. Ana budur. İbadet-ü taatında aşk-şevk içindedir. Hususi hallerinden ibadetine mâni eyyâm ve saatler gelince yine seccâdesini serer oturur. “Rabbimle münâsebet anlarından birisi boş geçmesin” der. Gözünün yaşı, çocuklarında Cennet havası ve o iklimden esintiler meydana getirir.
Bu azize, şerife ana hiç mürekkep yalamasa, eline kalem-silgi almasa, yine cihânın en büyük imparatorlarını yetiştirecek anadır. Bunun böyle bilinmesinde fayda var.
Ama devrimizin ilcaatı karşısında arzedeceğim husus da var benim.
Batı ahlâkı ile ahlâklandık biz… Batı’dan bize gelen her ne olursa olsun, parola sormadan kabul ediyoruz. Gökten inmiş meseleler, altın yaldızla yaldızlanmış, müzehheb olsa dahi cenuptan gelse, Arap yarımadasından gelse, semâdan gelse, Allah’tan gelse biz onlara karşı tiksinti duyarak bakarız: “Ha şu bizim eski İslâm’dan!!!”
Serseri Fransızlardan gelse bir mesele, her gün beşere yeni bir sistem takdim eden İskandinav memleketlerinden gelse, eksantrik İngilizlerden gelse, henüz daha oturmamış, ayakta ‘otursam mı, kalksam mı’ diyen Rusya’dan gelse hiç parola sormadan kabul edilir. Necisin arkadaş sen? Bizim içtimâî yapımıza uyar mısın uymaz mısın? Ailelerimizin içine seni koysak yani evimize alsak rahat durur musun? Hiç sormadan alırız. Bu hastalık da öyle bir hastalıktır. Ve sârî hâlinde cemiyeti sardı.
Doğurduğu, tevlîd ettiği şeyler var bunun… Anormal bir antibiyotik almak gibi. Mikropları öldüreceğim, antikorlar îmâl etsin diye… Sonra o ayrı bir şey yapıyor; bir komplikasyonla karşı karşıya kalıyor. İçtimâî bünye öyle; ayrı ârızalar çıkıyor, bakan yok, gören yok!
Bu ârıza karşısında bizim akıllı arkadaşlarımız, erbâb-ı hizmet kardeşlerimiz, bu akıntı içerisinde bizim kız kardeşlerimize, hemşîrelerimize, nur-irfan hayatında bizimle beraber olanlara bir çare bulmaya çalışıyorlar. Diyorlar ki: “Bu Batı hayranlığı içinde, Batı adına çalkalanma içinde bizim bacılarımız da gidip okuyacaklar. Ne yapalım o zaman? O zaman bunlar için imam hatipler açalım; şubeler açalım. Aklı başında imam-hatip idârecileri, idârede yardımcı olan muâvinler, bu kız şubelerini müstakil bir binada yapsınlar. Bu umumî akış karşısında selden kütük kapar gibi bu hemşîrelerimize sahip çıkalım. Allah korusun bir muhalif rüzgârla soldurulmasın bunlar. Dinî hayat ve havaları öldürülmesin. Haysiyet, izzet ve iffetleri içinde okumalarına zemin hazırlayalım.”
İşte Türkiye’de böylesine acayip hayranlık karşısında, duyulan böyle arzu ve isteğe karşı bir sahip çıkma gayreti vardır.
Hayat-ı içtimâiyenin böyle ârızalı, zikzaklar çizerek yürümesi karşısında, kız mevzuu karşımıza bir müşkül, bir problem olarak çıkmıştır. Buna ehl-i hamiyet, dindar, samimi arkadaşlarımız, işte böyle oksijen çadırına alma gibi bir çare düşünmüşlerdir: “İşte ne yapalım? Ayrı şubeler açalım; ayrı öğretmen kadroları teşkil edelim; hemşirelerimizi okutalım” denmiştir.
Biz şimdi bunu yapıyoruz… Teşvik etmiyoruz; okutun demiyoruz; okuyacaklara sahip çıkma gayretini gösteriyoruz. Devrin muhalif rüzgârlarına kapılmasın, mânevî kâkülleri bozulmasın…
Hem durup hesabını yapalım. Kızın başında çarşafla, eşarpla oynamayı en vahşi demokrasiyle dahi telif etmek mümkün değildir. En iptidâî kabilelerin içine gitseniz, göstermelik bir demokrasiye rastlasanız, onlar arasında kadının eşarbına dokunacak kırılası bir eli bulmak mümkün değildir. Bu ne tuhaf şey!
Ama herkes kızına sahip çıkacak. Siz böyle akla, mantığa, anayasaya aykırı bir mesele karşısında hakkınızı arayacak, kızlarınızın, hemşîrelerinizin başlarının açılmasına meydan vermeyeceksiniz. Bu ciddi bir meseledir; bu bir inanç meselesidir.
…Âkideye, ibadete müteallik ilimleri öğrenmek, çocuklarını terbiye edecek kadar ruhiyata dair mâlûmata sahip olmak, erkek gibi kadına da farzdır. Kadın, bunları aile ocağında öğrenecek, efendisinden öğrenecek, ana-babasından öğrenecek, varsa, erkeklerle ihtilata girmeden, tecrid edilmiş bir muallimathanede öğrenecek. Fakat astronomi, fizik gibi sâir ilimleri öğrenmek farz değildir kadına. Hatta meşrû bir ortamda bunları öğrenecek olsa, bunun da kadına faydası olup olmayacağı tartışılır. Hiçbir feylesof çocuk yetiştirememiştir.
Devrin ilcaatı ne olursa olsun; devir pedagojik ve psikolojik kaideler olarak ne vâz ederse etsin, bunlar bizi bağlamazlar. Kayıtsız şartsız Batı’nın kültürünün esir ve zebûnu değiliz.
Ama ne acıdır ki, biz olmasak bile 150-200 yıldır Batı’dan çıkan her şeytânî şey dahi bizde hüsn-ü kabul görmüş, parola sormadan evlerimizin içine kadar girmiştir. Son fantezi de kadın imam-hatibi açma, kadınları okutma, kadınları kültürlü yapmadır.
Müslümanlık gidip Batı’dan gelse, bizim mukallidler o zaman kabul eder. Batı bunun için kabul etmez onu. Avrupa’nın kendisi zaten sallantıda… Avrupa, fazla değil 10 sene sonra çatır çatır yıkılırken bunu çok iyi hissedecek.
Bu iş de Batı’dan geldiği için hüsn-ü kabul görmüş ve herkes hasta olmuş. “Kız imam hatibi açalım; kızları okutalım” denmiş. “Niçin okutacaksınız?” diye sorsanız hepsi aynı şeyi söyler: “Efendim Fatihleri yetiştiren analar, Alparslanları yetiştiren analar…”
Hamâset ifade eden şâirâne ifadelerle…
Hiç bozmadan tavrınızı sorun: “Fatih’in anasının adını biliyor musun?”; yok…
“Ya Fatih’in anası hangi fakülteyi bitirdi?”; yok…
Fatih’in anası çok güzel bir ev kadınıydı. Kendilerinden ilim adına mervî hiçbir şey yoktur. Çocuk yetiştirmek için fünûn-u müsbete tahsiline gerek yoktur…


* Hocaefendi’nin cevabı şifâhî olduğundan, yazıya aktarınca bazı ifadeler imlâ ve kurgu yönünden küçük problemler taşıyor olabilir; buna rağmen ben metne sâdık kalmayı yeğledim.
NOT: Bu uzun alıntının değerlendirmesini önümüzdeki yazıda yapmaya çalışarak, bu bahsi kapatmayı düşünüyorum.Murat Türker.Fethullah Gülen Hocaefendi’yi konuşmak-6.
Karakalem.Net Sitesinden alınmıştır.


1 yorum

cinsellik

merhba sürekli porno izlilyesim geliyor şehbet çok düşkünüm

24.03.2017 - Zehirliok Ziyaretçisi

Konular