Aşkın Etiği

Aşk'ın insan hayatında yeri çok önemlidir. Yapısının incelenmesi gerekmektedir. Aşk'ın tanımlamak için kaynak bol ve değişken bakış açılarına sahiptir. Ama yine de bu kavramı açıklamak ve bir tanıma tamı tamına oturtmak zordur. Bu kavram merkeze alınarak, insanlar üzerinde bir siyasal güç oluşturmak kolaydır. Üzerinde çokça oynanan kavramlardan biride budur. Neden bu kavram bunca önemseniyor ve üzerinde kafa yoruluyor? Çünkü duyguyu merkeze almaktadır. Direk kişilik üzerinde bir yaşam oluşturmaktadır. Toplumsal bir ahlakın mevcudiyetini inşa etmede görevlidir. Bu bir medeniyetin yeni baştan okunmasını sağlamaktadır. Onun içindir ki, bu kadar işlenmiş ve üzerinde düşünülmüştür.
İnsanlığın yozlaştırılması, önce kullanmış oldukları dildeki kavramlar üzerinde oynayarak, farklı anlamlar yükleyerek, başka yönlere kaydırarak başlar. Böylece ortak kullanılan dil, ortak bir anlam meydana getirmemektedir zihinlerde. Zihinlerde kavramı farklı bir şekilde kavranılması, iletişimi bozguna uğrattığı gibi, yaşamın sürdürülmesindeki kuralları da bozmaktadır. Ortaya koymuş olduğunuz medeniyet ve kültür bu kavramların ayağa düşürülmesiyle birlikte yok olmaya başlar. Aşkın bu kadar fazla işlenmesinin sebebinin duyguya yönelik olduğunu belirtmiştik. Narsizmin her şeyin tükenebileceği mantığından hareket ederek, aşk kavramını metalaştırmış, onu pazara çıkarmış ve bir değer biçmiştir. Artık bu günden sonra onu yüceltmenize izin verilmeyecektir. Gerçek ve gerçekdışının birbirine girdiği postmodern duruş ise; buna bir çözüm bulmak bir yana, kendini çıkmazlarından arındırmanın ayağa düşen yanı olarak aşka sarılmıştır.
Bu nedenledir Tolstoy "insanların aşk dedikleri şeyi bilmiyorum" demiştir. Gerçekten kullanılan ifade olan "aşk" kendi anlamında buluyor mu kendini? Yoksa köle pazarlarında satılan kadınların efendilerine sunulmasından öte bir şey değil midir? Hayattaki her şeyin bir eder karşılığında pazarlanıyor oluşu, yürünecek olan yolun dikenlerle kapatılmasıdır. Bu dikenli yollarda kendini bir tüccar olarak görmeden, dünyayı da bir pazara dönüştürmeden yürümek zorunluluğu gerekmektedir. Aşk varlık âleminde kendini bulmanın ve farkıdanlığı ortaya koymanın adı iken, gündelik zevklerin anlatımına kaynaklık eden bir lafazanlığa düşmesi, insanlığın bugün içinde bulunduğu durumu anlatmaktadır. Her şey bir birine girmiştir. Neyin nerede durduğu ve neyin ne olduğu bile tartışılmaya başlanmıştır.
Karşılıklı duruşların ne ile anlatılmaya çalışıldığı bilinmeden bir yol haritası çizilmiştir. Her şey metalaştırıldığı gibi, içsel olan aşkta metalaştırılarak ortalık malı haline getirilmiştir. Eşyaya bakış bilinmektedir. Tüketilmek üzere elde edilmeye çalışılan şey. Belli bir arzuyu bir zaman dilimi içinde gidermek için harcanan çaba. Peki elde edildikten sonra ne yapılmaktadır. Tüketilerek, salt cinselliğe indirgenerek harcanmaktadır. Aşk aşkınlıktan, derinlikten, yüzeye, sığ olana çıkarılarak modern yaşamın adanan kurbanı durumunu düşürülmüştür.
Modern kültürler "bir kuşaktan ötekine kendilerini bilinçli bir tasarım, nezaret, gözetim ya da özel beslenme olmaksızın yeniden üretmek" zorunluluğu duyarlar. Çünkü modernistlerin, aşk kültürleri yoktur, her yanı endüstriyel mallar kaplamıştır. Görüntüde sunulan her aşkta güvenlikten yoksun bir yapaylık duygusu vardır. Oysa aşk maşukun sürekli dikkatini gerektirir, çünkü bir anlık ihmal ya da dalgınlık onu başlangıçtaki duruma yani kendi varlığını ortaya koymak için yok olmak, nefsi temizlemek ya da denetim altına almak içinde bulunduğu duruma yeniden dönmek zorunda bırakabilir. Bu durumda ne kadar iyi inşa edilmiş olursa olsun kendini yeniden anlamlandırması konusundan aşk maşuka güvenmesi olanaksızlaşabilir. Benzeri biçimde, kendi medeniyetiyle, kendini yeniden aşkınlık konusunda aşkla geliştirmek, mevcut durumda zor olsa da geldiği kültür ona bu konuda yol gösterecektir. Bugün dayatılan düzenin kırılganlığını vurgulamak üzere aşkı, çağrılmamış, tasarlanmamış olmasına rağmen, kendi kendini ve hepimizi denetleme konusunda yetkili gören modernizm ve post modern dünya algısına, bir alternatif olarak sunulunca; bunlar, hiç bitmeyen nezaret ve gözetim gerekliliği konusunda maşuku uyararak, aşkın içini boşalmaya ve var olan anlamında uzaklaştırmaya çalışmış/maktadırlar.
Modernitenin ortaya çıkışı, vahşi kültürlerin, pazar kültürüne dönüşmesi sürecidir. Daha çok, pazar kültürlerinin kurulmasının, geçmişi yeniden değerlendirdiği ve yeni dikilen çitlerin ötesinde uzanan alanlarla aşkın kendi mevcut alanının bir parçası içinde karşılaştığı engellerin "yabani otlar" haline geldiği bir süreç olarak değerlendirilmektedir.
İnsani gereksinimlerin tatmininin özel tüketim ile özdeşleştirilmesinin bir sonucu da şudur: özel tüketime yönlendirilmeyen gereksinimler ya bir yana bırakılmalı ya da bastırılmalıdır. Bu sonucun bir göstergesi, "bireysel zenginlik, kamusal sefalet" kuralıdır. Pazarlanabilir olmayan (ya da Pazar aracılığıyla paraya çevrilmeyen) gereksinimler karşılanmamaktadır ve henüz özelleştirilmemiş gereksinimlerin tatmini, özel tüketim mallarıyla ilişkili özel isteklere sunulan anında ve giderek daha gelişkin hizmetin gerisinde kalmaktadır. (Zygmunt Bauman) Bunun neresinde aşk olabilir ki, bugün aşk diye sunulanın da aşk olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Jean Baudrillard "video, etkileşimli ekran, multimedya, internet, sanal gerçeklik: Karşılıklı etkileşim bizi her yandan tehdit ediyor. Her yerde mesafeler birbirine karışıyor, her yerde mesafe ortadan kaldırılıyor: Cinsiyetler arasında, zıt kutuplar arasında, sahneyle salon arasında, gerçekle, gerçeğin sureti arasında bir mesafe yok artık. Bu kavram kargaşası, zıt kutupların bir çatışması, olası değer yargısının artık hiçbir yerde olmadığını ortaya koyuyor: ne sanatta, ne ahlakta, ne de politikada. Mesafenin ortadan kaldırılmasıyla her şey, üzerinde karar verilemez bir duruma bürünüyor. Fiziğin alanına kadar uzanıyor bu: alıcının ve yayın kaynağının fazlasıyla bir birine yakınlığı, dalgaları birbirine karıştıran bir larsen etkisi yaratıyor. Olayın ve bu olayın gerçek zamanlı yayının fazlasıyla birbirine yakınlığı, bir karar verememezlik yaratıyor, olayın tarihsel boyutunu alıp götüren ve onun beleğini çalan olayın sanallığını yaratıyor. Sanal teknolojilerin karar verilemez şeylerin üretilmesi ya da geri dönüşümlü bu teknolojileri yaratan evrenimizin karar veremez bir evren olması bile karar verilememezlik durumudur.
Bu uygunsuz bir aralığın, bu kutup çatışmasının cereyan ettiği her yerde kitleleşme var." Böylece aşkta ne olduğu topluma unutturularak pespaye bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Bugün Müslümanların modern ve sonrasının zihinler üzerinde meydana getirmiş olduğu bu kirliliği gidereceğine, kendileri de bu kirlilikten kendilerini kurtaramamaktadırlar. Aşka diğerlerinden farklı bakamamaları, onların düşmüş olduğu ve medeniyetlerinden ne kadar koptuklarının bir göstergesidir.
Onun için bu karışık ve kaçınılmaz evrende aşk, kişisel bir seçim; kişiliğin, içinde bulunulan duruma karşı koyuş olması gerekir. Nitelik ve çeşitlilik yönünden uçsuz bucaksız bir dünya sunarak, farkındalığın ve aşkınlığın boyutunu ortaya kayan bireylerin vazgeçilmezi olabilir, yoksa onu günlük zevklerin püriten algına indirgeyerek hayatı anlaşılır kılmanın hiçbir anlamı olmayacaktır.
Hız gittikçe artı, her şey anlık olmaya başladı, onun için aşk artık yerinde değil. Bir şey ne kadar yaşanmaz ve ölü ise, o kadar dile düşüyor. Ölümü öldüren postmodern zihnin aşkı yaşatması mümkün mü? Narsizmin adı aşk. Benciliğin adı aşk. Metafizik ürperdiden yoksun insanlar için aşk bir marka. Tanıtımı yapılabilen, arz talep dengesi hesap edilebilen, Sunulabilen bir markadır artık.
Güzel insanların güzel atlara binip gitmesi gibi, aşk aramızda kendine yer bulamayarak aramızdan ayrılıp gitmesine izin verilmemelidir. Müslüman, ayağa düşürülen bu ulvi kavramın ne olduğunu modern dünyaya göstermelidir..

Ali Öner


Konular