4.Kibir'in Hakikati ve Afetleri

Kibir, zâhir ve bâtın diye iki kısma ayrılır. Bâtınî kibir, nefiste yaratılmış bir ahlâktan ibarettir. Zâhirî kibir ise, âzalardan çıkan hareketlerdir. Bâtınî ahlâka kibir ismini vermek daha uygundur. Zâhirî hareketler ise, o bâtınî ahlâkın meyveleridir. Kibir, o hareketleri gerektirir. Bunun için kibir âzalarda ortaya çıktığı zaman denir ki; 'filân adam kibirlendi'. Ortaya çıkmadığı zaman denir ki 'Nefsinde kibir vardır'. Bu bakımdan asıl olan nefisteki ahlâktır. O da nefsini, kendisine karşı gururlandığı kimseden üstün görmeye meyledip yönelmek demektir; zira kibir, kendisine karşı kibir taslayan kimseyi ve kibir âfetini gerektirir. Böylece ileride geleceği gibi kibir, ucubtan ayrılır; zira ucub, ucba kapılanın gayrisini gerektirmez. Eğer insandan başka hiçbir şey yaratılmamış ise, o in-sanın ucba kapılması düşünülebilir. Fakat bu takdirde mütekebbir olması düşünülemez. Ancak başkasıyla beraber olursa ve kemâl sıfatlarında nefsini onun üstünde görürse mütekebbir olabilir. Mütekebbir olmak için nefsini büyük sanması kâfi gelmez; zira kişi bazen nefsini büyük görür, fakat başkasını nefsinden daha büyük veya nefsine eşit görür:

Bu bakımdan ona karşı gururlanmaz. Başkasını hakir sanması da kibirli olmasını gerektirmez. Çünkü bununla beraber başkasını nefsinin dengi olarak görürse kibirlenmez. Mütekebbir olması için nefsine bir makam, başkasına da başka bir makam görmesi, sonra nefsinin makamını başkasının makamından üstün sayması gereklidir. Bu üç şey tahakkuk ettiği anda insanoğlunda kibir ahlâkı oluşur.

Bunun mânâsı 'Böyle görmek kibri yok eder' demek değildir. Aksine bu görgü ile bu inanç artar. İnsanın kalbinde bir hazırlanma, bir sarsıntı, bir sevinç ve inandığına yönelme meydana gelir. Bundan dolayı da nefsinde azizleşir. İşte bu izzet, bu sarsıntı ve inanca olan bu yöneliş kibir ahlâkıdır. Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ben azametin üfürüşünden sana sığınırım.49

Hz. Ömer de şöyle demiştir: 'Senin, Süreyya yıldızına varacak kadar şişmenden korktum'. Bu sözü sabah namazından sonra vaaz vermek için izin isteyen kişiye söylemiştir.
Sanki insan, nefsini bu gözle gördüğü zaman büyür, şişer, galip olduğunu düşünür. Bu bakımdan kibir, inançlardan doğup nefiste oluşan durumdan ibarettir. Buna aynı zamanda 'izzet ve taazzum' da denir.

İbn Abbas 'Kendilerine (Allah'tan) gelmiş bir delil olmaksızın Allah'ın ayetlerini inkâr edenlerin kalplerinde ancak tekebbür var. Onlar, o tasarladıkları büyüklüğe asla eremiyeceklerdir' (Mü'min/56) ayetinin tefsirinde 'O bir büyüklüktür ki onlar ona yetişemezler' demiştir

Görüldüğü gibi İbn Abbas, kibri, azamet'le tefsir etmiştir. Sonra bu 'izzet taslamanın' meyveleri zâhirde ve bâtında birtakım amellerin olmasını gerektirir. Buna da 'kibir' ismi verilir. Çünkü ne zaman yanında kıymeti başkasına nisbeten artarsa, kendi altındakini tahkir eder, alaya alır. Onu nefsinden uzaklaştırır. Onunla oturmaya tenezzül etmez. Onunla yemeye yanaşmaz. Eğer gururlanması daha fazla kabarırsa, o kimsenin huzurunda elpençe divan durmasını ister.

Eğer bundan daha şiddetli ise, onu çalıştırmaktan bile kaçınır. Huzurunda durmasını bile lâyık görmez. Eşiğinde hizmet etmesini uygun görmez. Eğer bundan da aşağı ise onunla aynı yere gelmekten kaçınır. Yolun dar yerlerinde onun önüne geçmek ister. Mahfellerde onun üstünde oturmak ister. Onun kendisine selâm vermesini bekler. İhtiyaçlarının yerine getirilmesi hususunda onun kusur edeceğini uzak bir ihtimal sayar. Böyle bir durum vâki
olursa hayret eder. Eğer o kendisiyle mücadele ederse veya münazaraya davet ederse, ona cevap vermeye bile tenezzül etmez. Eğer vaaz ederse, kabul etmekten kaçınır. Eğer kendisi ona vaaz ederse şiddetle hareket eder. Eğer adam kendisine cevap verirse, cevabından öfkelenir. Eğer öğretirse, öğrencilere şefkat göstermez. Onları zelil sayar, kovar. Onlara karşı minnet gösterir. Onlardan hizmet bekler. Halk tabakasına, merkeplere bakıyormuş gibi bakar. Bunu da onları cahil ve hakir sayması sebebiyle yapar.

Kibirden kaynaklanan amel ve hareketler pek çoktur, sayılamayacak kadar fazladır. Bu bakımdan onları teker teker saymaya gerek yoktur. Çünkü onlar meşhur hareketlerdir. İşte kibir budur. Kibrin âfeti büyük gailesi korkunçtur, kibir konusunda halkın havass tabakası bile helâk olmuştur. Âbidler, zâhid ve âlimler bile çok az kibirden kurtulurlar. Halk tabakası nasıl kurtulacaktır? Kibrin âfeti nasıl büyük olmasın? Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kalbinde zerre kadar kibir olan bir kimse cennete giremez!

Kibir, kul ile diğer müslümanların arasına bir perde gibi gerildiğindendir ki cennete girmeye perde olur! Cennetin kapıları güzel ahlâktır. Kibir ve nefsi büyük görme, bütün o kapıları kapatır. Çünkü mağrur bir insanda zerre kadar büyüklük oldu mu kendi nefsine sevip istediğini mü'minlere istemeye muktedir olamaz. Muttakîlerin ahlâkının başı olan tevazuya, kalbinde zerre kadar gurur bulunan kimse güç yetiremez. Yine kalbinde gurur bulunduğu takdirde kindarlığı terketmeye muktedir olamaz. Kalbinde gurur oldu mu doğruluğa devam etmeye, öfkeyi terketmeye, öfkesini yutmaya muktedir olamaz. Hasedi terketmek, güzel nasihatta bulunmak, nasihati kabullenmek, halkla istihza etmek ve halkın gıybetinde bulunmaktan kurtulmak da -eğer kalbinde gurur varsa- mümkün değildir. Bu hususu uzatmak mânâsızdır. Bu bakımdan büyüklük taslayan ve kibirlenen bir kimse kibrini korumak için o kötü huylara muhtaçtır. Kibrinin elinden gitmesinden korkarak güzel huyları edinmekten uzak durur.
İşte bu hikmetten dolayı kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez. Kötü ahlâkların biri diğerini getirir. Bazısı şüphesiz diğer bir kısmını çağırır. Kibrin en şerli çeşidi ilimden istifade etmekten, hakkı kabullenmekten ve hakka itaat etmekten insanı alıkoyan kısmıdır, kibir hususunda birçok ayet vârid

olmuştur ki o ayetlerde, hem kibrin, hem de kibirlenenlerin zemmi vardır.

Ayetler

O zâlimlere ölüm dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış 'Haydi canlarınızı verin, Allah'a karşı hak olmayanı söylemiş olduğunuz ve Allah'ın ayetlerine büyüklük tasladığınız için bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız' (derken) onların hâlini bir görsen!(En'âm/93)

'Girin cehennemin kapılarından! Ebediyyen kalmak üzere... İşte bak! Büyüklük taslayanların yeri ne kötüymüş' denildi.(Zümer/72)

Sonra Allah Teâlâ haber verdi ki cehennem ehlinin, azap yönünden en şiddetlisi, Allah'a karşı en şiddetli şekilde mütekebbir olanıdır.

Sonra her milletten Rahmân'a karşı en fazla karşı geleni ayıracağız.(Meryem/69)

Ama âhirete iman etmeyenlerin kalpleri inkârcıdır, onlar büyüklük taslarlar.(Nahl/22)

Sen, o zâlimleri, rablerinin huzurunda tutuklanmış, birbir-lerine söz atarken bir görsen! Zayıf düşürülenler, büyüklük taslayanlara 'Siz olmasaydınız muhakkak biz iman eder-dik!' derler.(Sebe/31)

Bana ibâdet etmekten büyüklenip yüz çevirenler aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.(Gafir/60)

Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, ayetlerimden uzaklaştıracağım.
(A'raf/146)

Bu ayetin tefsiri hakkında şöyle denilmiştir: 'Kur'an'ı anlamayı onların kalplerinden söküp alacağım'. Bazı tefsirlerde de 'Onların kalplerini melekût âleminden perdeleyeceğim' diye kayıtlıdır.

İbn Güreye şöyle der: "Bu 'Onların kalplerini ayetlerim hakkında düşünmekten ve ayetlerimden ibret almaktan uzaklaştıracağım' demektir".

Bu sırra binaen Hz. İsa (a.s) şöyle der: 'Muhakkak ekin düzlüklerde yeşerir. Tümsekler üzerinde bitmez. Hikmet de böyledir. Mütevâzi bir kimsenin kalbinde müsbet bir tesir yapar. Mağrur bir kimsenin kalbinde yapmaz. Görmez misin? Başını tavana yükseltenin başı kırılır. Başını eğen bir kimseyi ise tavan gölgelendirir ve korur'.

Bu Hz. İsa tarafından, mağrur kimseler için söylenmiş bir misâldir. Mağrurların hikmetten nasıl mahrum olduklarını gösterir. Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) hakkın inkârının, kibrin tarifinde ve hakikatinin keşfedilmesinde olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur:
Kibir, o kimsenin hareketidir ki hakkı inkâr eder ve halkı hakir görür.50
_________________

49) Daha önce geçmişti.
50) Müslim