Millî ve Şahsiyetli Tesettür

YAKUP Kadri Karaosmanoğlu dindar bir kimse değildi. 1915’te “Çarşafa ve Peçeye Dair” başlıklı bir yazı kaleme alarak Müslüman Osmanlı hanımlarının tesettür kıyafetlerini çok beğendiğini, onları çok estetik ve sanatlı bulduğunu beyan etmişti. Bu yazıyı Ertuğrul Düzdağ beyin “Başörtülü Melekler” kitabından okumanızı tavsiye ederim. (İz Yayıncılık.)

Başlarını örten, tesettür kıyafetine bürünen yüksek tabaka hanımların ve bilhassa dindar üniversiteli kızların mutlaka kaliteli, vasıflı, estetik bir kıyafete bürünmeleri gerekir. Bu kıyafet elbette seksî olmayacak, yabancı erkeklerin cinsî iştahlarını çekmeyecek ama mutlaka estetik, sanatlı, vasıflı olacaktır.

Müslüman kesimin bu konuda çok başarılı olduğu söylenemez.

Bu yıl içinde Yemen’e bir seyahat yaptım ve oradaki Müslüman hanımların tesettür kıyafetlerini çok vasıflı, çok üstün, çok sanatlı buldum.

Şayet Müslüman kesimin üst katındaki hanım ve kızlarımız bugünkü kıyafetlerini beğeniyorlar ve bunlarla iftihar ediyorlarsa buna çok üzülürüm. Beğenilmemesi gereken kıyafeti beğenmek; bizleri iyiye, doğruya, güzele yönelmekten alıkoyar.

İslâmî kesimde hiç mi güzel, estetik, vasıflı kıyafet yok? Böyle bir şey demedim. Elbette var ama bunlar istisnâîdir.

Kadınların başörtüsü ve tesettürü İslâm’ın simgesidir. Bazılarının iddia ettiği gibi siyasal İslâm’ın değil, en geniş ve genel mânâsıyla İslâm’ın.

Müslümanlar hak ve hürriyetlerine sahip olmak istiyorlarsa, kapalı kadın kıyafetleri açık kıyafetlerden daha güzel, daha estetik, daha sanatlı bir şekilde olmalıdır. Aksi takdirde Ehl-i İslâm savaşı kaybeder, kendi öz vatanlarında ikinci sınıf vatandaş olarak yaşar. Bugün olduğu gibi.

Batının en şık, en pahalı kıyafetlerine bürünecek. Bunların üzerine, başına yine Batı işi renkli bir eşarp saracak ve vasıflı tesettür sergilemiş olacak. Hayır hayır hayır!.. Bin kere, milyon kere hayır.

Bizim kendi medeniyetimiz vardır, bizim kendi kültürümüz vardır, bizim kendi kimlik ve kişiliğimiz vardır. Tesettürümüz de bu medeniyete, kültüre, kişiliğe ve kimliğe uygun olacaktır.

Herifin biri kuyruklu bir frak giyiyor. O frağa göre gömlek ve papyon kravat. Başına da külah üzerine beyaz veya yeşil taylasanlı bir sarık geçiriyor. Ne olur?.. Soytarıya döner...

Filan hanımefendi Paris’ten giyiniyormuş. En pahalı moda evlerine kıyafet ısmarlıyormuş. Sonra başına unique (tek nüsha) elle dekore edilmiş nefis bir eşarp sarıyormuş. Olmaz olmaz olmaz...

Hintli kadınların nasıl sari denilen kendi millî, yerli elbiseleri varsa Müslüman hanımların da öyle yerli, millî, kendi medeniyetlerine uygun tesettür kıyafetleri olması gerekir.

Bu konuda ne yapmak lâzımdır?

Öncelikle bugünkü kafalarımızı, zihniyetimizi, ufuksuzluğumuzu değiştireceğiz.

Kültür ve kişilik bakımından cesur olacağız.

Yerli ve yabancı uzmanlara müracaat edeceğiz.

Çare ve çözüm üreteceğiz. Bunları hayata geçireceğiz.

İslâm’ın temel prensiplerinden olan istişare = danışma prensibini devreye sokacağız.

Kuzgun’a (Bir tür karga) yavrusu şahin görünürmüş.

Hanımefendi Batı kıyafetlerine bürünüyor, başına Batı örtüsü geçiriyor ve aynanın karşısına geçip:

-Ayna ayna söyle bana benden daha şık, benden daha kaliteli tesettür kıyafetli var mı?

Ayna cevap vermiyor, kadın veriyor:

-Yok yok yok...En şık, en güzel, en lüks sensin...

Ben ayna olsam hanımefendiye şöyle söylerim:

-Ayıp ayıp, iğneden ipliğe kadar Batılı olmuşsun, bir de zarafetten, vasıftan, şıklıktan bahs ediyorsun. Sen ne biçim Müslümansın? Senin kendi medeniyetin yok mu? Senin kendi kültürün, sanatın, kişiliğin, kimliğin yok mu? Nedir şu gökkuşağı gibi rengârenk kıyafet. Japonların kimonosu var, Hindistan kadınlarının sarisi var da senin niçin millî kıyafetin yok?

Merzifon’dan bir aile İstanbul’a geliyor ve hanımların ilk işi o zarif, o sanatlı, o millî ihramı bırakıp Mahmut Paşa veya Unkapanı tesettürüne girmek oluyor. Ne yazık ne yazık...

Türkiye Müslümanlarının gündeminin başında iki madde vardır:

Birincisi: Erkekler için beş vakit namaz ve cemaat.

İkincisi: Kadınlar ve kızlar için tesettür.

Namaz ve tesettür konularında mutlaka medenî, şehirli, üstün, vasıflı, güçlü, sanatlı Müslümanlar olmalıyız.

Peygamberimiz “İlim ve hikmet mü’minin yitiğidir, nerede bulursa alır” buyurmuştur. Kendi şahsiyetimizden ve medeniyetimizden fedakârlık yapmamak, ödün vermemek şartıyla Paris modacılarından bile yardım istemeli, onlardan ilham almalıyız.

Tarihimize, kendimize, kültür ve medeniyetimize dönmeliyiz.

Efendim, böyle bir şeyi ülkemizdeki “Derinler” istemez, kaşlarını çatar ve çok kızarlarmış. Kızsınlar... Kızmak yasak değil ki...

Tesettürde kültür ve sanat olarak ölçü şudur:

Yabancılar, bize karşı olanlar bile kadın ve kızlarımızın tesettür kıyafetlerini çok üstün, çok sanatlı çok estetik bulmalıdır.

İmamı Şâfiî ne demiş:“Asıl fazilet (üstünlük) düşmanın kabul, teslim ve tasdik ettiğidir.”

Kendimizi aptalca övmeyi ve gururu bırakalım.

Tesettürü para hırsına, bezirgânlığa âlet etmeyelim.

Şu hususu da unutmayalım:

İki tesettür vardır. Birincisi ve asıl olanı şer’î tesettürdür. Bunu hiç bir Müslüman tartışamaz.

İkincisi: Kültürel ve sosyolojik açıdan tesettür. Benim bahsettiğim tesettür budur. Elden geldiği kadar şer’î tesettüre uygun olmak şartıyla zarif, medenî, sanatlı, vasıflı, estetik tesettür.

Vaz geçilmez şart şudur: Başı örtülü kadınların asla seksî bir hava içinde olmamaları gerekir.

Halk tabakasına da bir şey demiyoruz. Sözümüz üst tabakaya, seçkinleredir.

Tesettür konusunda ilk yapılacak şey, Batılı kıyafet ve eşarplarla tesettürden vaz geçerek, millî ve islâmî tesettüre yönelmektir.

Mehmet Şevket Eygi


Konular