İmanı mı, İslam'ı mı anlatalım?

Hicri 538'de Cürcan'da vefat eden büyük Türk âlimi Zemahşeri bir ara Mekke'ye gitmişti. Orada Ebu Kubeys Dağı'na, çıkarak seslenmişti:

- Ey evlad-ı Arap, geliniz dedelerinizin dilini benden, bir Türk âliminden öğreniniz!..

Gerçekten de Zemahşeri, Araplara dillerini öğretecek seviyede bilgi sahibi olmuş, onlara uzun zaman dillerinde üstadlık da etmişti. Bu misali, birlikte yolculuk yaptığım bir Alman Müslüman'la konuşurken hatırladım. Alman Müslüman, tıpkı Zemahşeri'nin Araplara dillerini öğrettiği gibi bana da İslâmî tebliği anlatıyor, hatta itiraf edeyim, öğretiyordu.

Hem öyle uzun cümlelerle filan da değil.

Tek cümle içinde ifade ediyordu bizim eksiğimizi.

Bakın tebliğ konusunda ne diyordu Alman Müslüman:

- Sizler hep İslâm'ı anlatıyorsunuz İslâm'ı!

Şunu ekliyordu cümlesine:

- Halbuki insanların ihtiyacı İslâm'a değil, imanadır imana!..

Gözlerini gözlerimin içine dikerek bakıyordu yüzüme. Ne anladığımı merak ediyordu besbelli.

Ben ise bir şey anlamadığımı ifade eder tarzda bakınca izah etmeye çalıştı sözlerini:

- Türkiye'ye geldiğimde dikkat ettim. Hemen bütün Müslümanlar İslâm'ı anlatıyorlar, imanı anlatma gereği asla duymuyorlar. Eğer bana da Almanya'da hep İslâm'ı anlatmış olsalardı büyük ihtimalle ben Müslüman olma saadetine erişemezdim. Çünkü İslâm mükellefiyetler zinciri demektir. Şunlar, şunlar haramdır. Şöyle yaparsan caiz olur, şöyle yaparsan caiz olmaz. Şunu yaparsan haramdır, şunu yaparsan helaldir, gibi hep vazife, hep görev sıralamasıdır.

Halbuki vazifeler, görevler birer yük, birer mükellefiyettirler. Yükler, mükellefiyetler sağlam insanlara yüklenir. Bünyesi zayıf olanlara yük yüklenmez, mükellefiyet tahmil edilmez. Önce iman kuvvetlendirilmeli, sonra İslâm anlatılmalı, yani yük yüklenilmelidir.

Geçenlerde bir camide bir hocaefendiden dinledim imanı. Şöyle anlatıyordu bu muhterem hocaefendi:

- Yeryüzü bir kitaptır. Bitkiler, varlıklar da bu kitabın harfleridir, satırlarıdırlar. Bu kitap iyi okunmalı, ifade ettiği mânâlar iyi anlaşılmalıdır. Bu kitaba dikkatle baktığınızda görürsünüz ki, bütün bitkiler çamur yemekte; ama insanlara çok lezzetli gıdalar vermekteler. Kendisi çamur yesin de bizlere üzüm, elma, muz, portakal sunsun bu nasıl olur? Bunların şuuru mu vardır ki, kendileri çamur yiyor, bizlere ise lezzetli meyveler sunuyorlar? Bunu bir yaptıran yok mu?

- Hayvanlar ot yiyorlar, bizlere et yediriyorlar. Kan ve fışkı arasından gelen tertemiz süt veriyorlar. Bunları kim sunuyor bizlere?

İşte bu hocaefendi İslâm'ı değil imanı anlatıyordu. Benim beklediğim anlatım da böyle olmalıdır. İhtiyaç bunadır çünkü... Muhatabım sözlerine şunları da ekliyordu:

- Beğendiğim kitapların içinde yerini almış olan Risale-i Nur Külliyatı hep imandan bahsediyor, İslâm'dan değil. Çünkü imanı anlayan insan, İslâm'ın bütün emirlerine uyma aşk ve şevki duyar, yeter ki imanı anlamış olsun...

Bilmem bu yaklaşıma siz nasıl bakıyorsunuz, bana pek yabancı gibi gelmedi. Gerçekten de biz hep İslâm'ı anlatıyoruz, imanı değil. Kaybımız da buradan oluyor, itirazlar da buradan geliyor galiba.

Ahmed Şahin


Konular