BİR ANADOLU SABAHINA UYANMAK

BİR ANADOLU SABAHINA UYANMAK

Altı mayıs, saat yediye on var. Yenibosna sanayi caddesi üzerinde Sadettin kardeşimin muhasebe bürosunda bir işimiz var. Ben vasıl olduğumda daha gelen yoktu. Randevumuz yedide. Çevrede orta ve küçük ölçekli tekstil işletmeleri var. Bunların yanında cadde üzerinde otomobil bakım, tamir, lastik tamir atölyeleri mevcut.

Vakit geçirmek için cadde boyunca yürüyorum. Kuş sesleri ara sıra geçen kamyon sesleriyle bozuluyor. Ara sıra etraftan horoz sesleri duyuluyor. Çevre ağaçlık, mevsim ilkbahar. Son günlerde etkili olan yağmur çevreyi yıkamış, ağaçlar pırıl pırıl. Yazıhaneden fazla uzaklaşmadan ara sokaklara dalıyorum. İstanbul’da dahi olsam yabancı bir semtteyim. Sanki İstanbul içinde Anadolu’dayım. Zihnime işlenmiş sokak görüntülerine benzemiyor buralar. Tek katlı, iki katlı yapıların, sanırım arsa sahiplerinin müstakil binaları olmalı, izin verdiği ölçüde oluşmuş yollar bunlar. Caddeden uzaklaştıkça yavaşça şehirden de uzaklaşıyormuşum hissi doğuyor içime.

Etrafımı kaplayan bu tek katlı, iki katlı müstakil evlerin bahçelerinde serpilen rengârenk güller tüm canlılığıyla etrafa neşe saçıyor. Bazı bahçelerde ortancalar var, daha açmamışlar. Haziranda tekrar gelmek güzel olur. Bir evin ihata duvarının üzerinde tüm haşmetiyle bir horoz çevreye hâkim olan sessizliği bozuyor. Sonra yeniden kuş sesleri etrafa hâkim oluyor. Bir anda babamın Bursa’daki köyündeyim sanki. Az sonra yaşmaklı bir genç kız çıkıyor evden, elinde bir tepsi üzerinde dört adet sade çay bardağı ve bir şekerlik. Şekerlik pembeye yakın bir renk kesme cam, sanırım Paşabahçe. Güllerin güzelliğinden horozun sesiyle kendime geldim. Hanım kızın elindeki çay tepsisi bahçede eğreti bir masaya gidiyor, gözünün birinle de hafifçe bana baktığını hissediyorum. Kaçar gibi eve dönüyor. Elinde demlikle çıkıyor az sonra. Demlikten çıkan buharın içinde kayboluyorum. Şehrin göbeğinde bu ne saadet. Demliği de masaya bırakıp dönerken göz göze geliyoruz. Hafifçe pembeleşiyor çehresi. Ben de utanıyorum. Uzaklaşıyorum evin yanından.

Zaman içerisinde yolculuk mümkün olmasa da, mekân içerisinde bir yolculuktayım sanki. O anki ruh halim çok gerilerde kalmış bir İstanbul’a ait. Bakırköy’ünde eskiden ahşap evlerin bahçelerinde böyle sabah sefaları, kahvaltı keyifleri yaparlardı. Ben yaşamadım. Yaşayanlara yetiştim. Semtimde de kaç tane ahşap ev kaldı ki? Değişik duygular içerisinde geziniyorum, kâh eski İstanbul kartpostallarındayım, kâh bir Anadolu kasabasında. Sokağın sonundaki bir tekstil fabrikasının ucube gürültüsü hemen nerede olduğumu hatırlatıyor. Yenibosna’nın şehirleşmemiş, Anadolu kimliğini muhafazaya çalışan bir noktasındayım.

Yan sokaktan yazıhaneye dönüyorum, gelmiş olabilirler. Yeşillikler içinde bir başka ev. Avluda bir tavuk ve civcivler ha bire toprağı eşeliyorlar. Etraf yemyeşil, bahçeyi kuşatan eğreti çit çiçeklerle bezenmiş. Çiçekleri elimle okşuyorum. Kopartasım gelmiyor. Çiçeklerden yükselen koku yine kendimden geçiriyordu ki, caddeden geçen bir su tankerinin havalı kornasıyla irkiliverdim. Yenibosna’da bir sabah saatinde bu kadar duygusallık yeter. Güne güzel başladım dilerin güzel geçer.

Bilal Atış
b.atış73@gmail.com


Konular