Takdim

Cenâb-ı Hakk, kadını duygu bakımından erkeğe göre daha zengin yaratmıştır. Bu duygu ve his zenginliği, kadına Allâh’ın yüklediği bir temel vazîfenin îcâbıdır.

Kadına, duygu derinliği, incelik, şefkat, merhamet, hayâ, fedâkârlık, çocuk bakımı ve neslin muhâfazası gibi meziyetler ihsân edilmiştir. Bu sebeple neslin muhâfazası ve temâdîsi kadına verilmiştir.

Kadınlığın kemâli, Allâh’ın verdiği güzel kâbiliyetleri muhâfaza ile tahakkuk eder. Şâyet kadın, ilâhî tâyinle olan husûsiyetlerine ters sûrette yönlendirilir ve kendi mümtaz vasıflarına vedâ ederse, kıymetini ayaklar altına alır. Âile hayatını kurutur. Toplum hayatını çoraklaştırır. Annelik husûsiyet ve fazîletini kaybeder. Dişiliğin maskara bir âleti olur.

İslâm, gerçekçi, realist bir sistem olduğu için kadını, yapısına göre vazîfelendirmiş ve Hakk Teâlâ tarafından ona âilenin ve toplumun temel müessiri olan annelik vasfı verilmiştir.

Netice olarak toplumu ihyâ ve âbâd eden anne olduğu gibi, berbâd eden de yine annedir. Toplumun kurtuluş ve selâmeti, annenin yüksek duygular ve kalbî derinlikler içinde yetiştirilmesindedir.

Toplumun temelini teşkîl eden gerçek anne, kelimelerin ifâde etmekten âciz kaldığı bir gönül ve mânâ şiiridir.

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhü Aleyhi ve Sellem- anneye çok iltifat ederlerdi. Nitekim:

"Cennet annelerin ayaklarının altındadır!.." buyurmuşlardır.

Büyük bir velî ve hukukçu olan İmâm-ı A’zâm Ebû Hanîfe, zulme âlet olmamak için Bağdâd kadılığını reddetti. Halîfe Ebû Câfer Mansûr tarafından reddine mukâbil zindan ve kırbaca mahkûm edildi. Kırbaçlanırken dostlarına haber gönderdi. Dedi ki:

"Sakın annem benim kırbaçlandığımı duymasın! O benim acı çekmeme tahammül gösteremez, ben de onun üzülmesine dayanamam!.."

Annenin fazîletine binâen vatan toprağımıza "Anadolu" denmiştir. Böylece vatanın güzelliği, câzibesi ve sıcaklığı "anne" kelimesi ile sembolize edilmiştir.

Annelerin değeri, hayırlı evlâdların ağzında:

"Ana gibi yâr, Bağdâd gibi diyâr olmaz!.."

ifâdesi ile ve askere giden delikanlıların türkülerinde de:

"Ağlarsa anam ağlar, gayrisi yalan ağlar!.." nâmeleriyle anlatılır.

Velîler, cengâverler, sâlihler ve sâdıklar hep fazîletli bir annenin sütünü ve duygularını emerek yetişmişlerdir.

Çünkü gerçek anne, hayatı boyunca maddesini ve mânâsını evlâdına fedâ eder. Anne, yavrusunu bir müddet cisminde, ondan sonra kollarında ve hayâtı boyunca kabre kadar da kalbinde taşır. Anne hissiyâtı ile ilgili bir vâkıayı nakletmek isterim:

"Doğum esnâsında bir anne, ikizleri ile beraber vefat eder. Mesnevî şârihi Tâhiru’l-Mevlevî, bu hâdiseden çok duygulanır. Akrabâlarını araştırıp buldurur:

der. Ve aşağıdaki şiirini yazar:


BİR KİTÂBE-İ SENG-İ MEZÂR

Dünyâda der-âğûşa ecel vermedi imkân,

Etti beni hem-makber, iki yavrucuğumla...

Artık tutarak dest-i yetîmânelerinden,

Geldim sana Rabbim, iki öksüz çocuğumla!.."


Bu mısrâlar, sanki bir annenin rûhî yapısını resmetmektedir.

Sağlam âile şahsiyetli bir annenin, sağlam toplum ise, sağlam bir âilenin gönül eseridir.

Muhterem müellifin nâzik talebleri üzerine "İslâm ve Kadın" konusundaki nâçizâne düşüncelerimi buraya kısa notlar hâlinde dercettim.

Muhterem müellif, te’lîfinde İslâm’daki kadının mevkîini, hukûkunu, yüksek fazîletini ve yaradılışındaki husûsiyetlerini geniş biçimde ifâdelendirmektedir. Bu eserin örnek annelerin yetişmesinde rehber olacağı kanâatindeyim. Müellifi tebrîk eder, eserinin kendisine sadaka-i câriye olmasını niyâz ederim...


Osman Nûrî TOPBAŞ

Azîz Mahmûd Hüdâyî Vakfı

12.11.1996


der-âğûş: Kucaklamak

hem-makber: Aynı kabirde olmak

dest-i yetîmânelerinden: Yetim kalmış ellerinden