Sonuç

Kitle iletişim araçları, işlevleri itibarıyla insanların, yaşam biçimlerini, kültürel yapılarını, estetik zevklerini, eğlence biçimlerini etkileyebilmektedir. Bu da medyayı toplum mühendisleri ya da toplumu kendi amaçları doğrultusunda değiştirmeyi düşünenler açısından medyayı çok önemli kılmaktadır.

Tüketim kültürünün egemen olduğu günümüzde, medya, moda, reklam ilişkisi de hem modern yaşam biçiminin yaygınlaşmasında, hem de kadın görünümü ve kıyafetini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu etki ülkemizde de toplumsal değişimi ve kültürel yapıyı değiştiren faktörlerin en önemlisidir.
Kitle iletişim araçları bunu, hem modernleşme sürecinin bir ürünü, hem de bu sürecin en önemli itici gücü olarak ve bu nedenle de devletin modernleşme ideolojisinin sadık bir müttefiki olarak gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet döneminde yasaklar ve baskılarla desteklenen bu süreç, kadın açısından daha çok medyanın modernleştirici etkisi kullanılarak sürdürülmüştür.

Erkek kıyafetinde şapka örneğinde olduğu gibi değişiklikler kanun zoruyla yapılırken, daha hassas bir konu olan kadın kıyafeti bunun dışında bırakılmış -zaman zaman idari uygulamalar olsa da-, bu alandaki değişikliklerin süreç içinde gerçekleşmesi hedeflenmiştir.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında büyük kentlerde etkili olan modernleşme süreci 1950 sonrasında köylerden kentlere göç ve demokrasiye geçiş neticesinde, tesettürün kentlerde de yaygınlaşmasıyla kesintiye uğramış, başörtülülerin 1970'lerden sonra eğitim ve çalışma hayatında görülmeye başlaması, 1980 Askeri Darbesi'yle üniversitelerdeki başörtüsü yasağı uygulamalarının başladığı bir dönemi başlatmıştır. 28 Şubat süreci ve sonrasında İmam Hatiplere ve İlahiyat Fakültelerine kadar genişleyen yasak, son olarak Cumhurbaşkanı ve Yargıtay tarafından Çankaya köşküne ve mahkemelere kadar taşınmıştır.
Bu açıdan bakıldığında günümüzde "başörtüsü yasağı ve tartışmalarında" sembol olarak nitelenenin sadece başörtüsü olmadığı görülmektedir. Burada sembolleşenin daha çok kadın giyiminde modernizmin totaliter yorumu ve bunun uygulamaya yansımasının olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Günün birinde kadınlar başörtüsünü çıkarsalar bile, baskılar mutlaka başka bahanelerle, mesela, eteklerin uzun olmasından, vücut hatlarının belli olmamasına kadar çeşitli gerekçelerle gene sürecektir. Ancak, başörtüsünün çok önemli bir direnç eşiği olduğu ve kırıldığı takdirde gerisinin çok kolay geleceği de bir vakıa olarak bu yasağı devam ettirenlerce bilinmektedir.

Bu açıdan başörtüsü yasağı; müstehcenlik, moda, güzellik yarışmaları; bekaret, flört ve cinsel özgürlük tartışmaları; toplumla hiçbir şekilde örtüşmeyen ve daha çok kurgulanmak istenen toplum mühendisliğinin yansıması olan televizyon dizileri ve reklamlar aynı ideolojik ve totaliter anlayışın göstergeleridir. Bu toplum kurgusu farklı usullerle; bazen alıştırarak, bazen teşvikle, bazen başörtüsü örneğinde olduğu gibi yasaklamalarla ve baskılarla yapılmaktadır.
Özellikle, son dönem televizyon dizilerinde incelendiğinde Türk toplumuna örnek olarak sunulan bütün dizilerde, modern, dini hatırlatacak her türlü sembolün tamamen dışlandığı bir hayat tarzının oluşturulmaya çalışıldığı açıkça görülmektedir. Bu diziler Türk toplumunu değil, olması istenen ve bu çerçevede kurgulanan toplumu yansıtmaktadır.
Türkiye'de kadın kıyafetlerindeki modernleşme süreci, Osmanlı'nın son döneminden itibaren çeşitli safhalar geçirmiştir. Osmanlı'nın son dönemlerinde gazete ve dergilerdeki çarşaf ve peçe konusundaki tartışmalarla başlayan süreç Cumhuriyet döneminde laikliğin bir yaşam biçimi haline getirilmesi ve Batı’daki gelişmelerin de etkisiyle kadın kıyafetindeki açılma eğiliminin Batı’da görünenden da bile uç noktalara vardığı bir sürece girmiştir.

Burada temel sorun laiklik anlayışının daha görünür olduğu için en çok kılık kıyafet biçiminde dayatılmasıdır. Tesettür ve kapalılık ülkede egemen olan anlayış tarafından laiklik ve çağdaşlık karşıtı bir davranış, açılma yönündeki eğilim ise çağdaşlaşmanın ve laikliğin gereği olarak görülmüştür. Bu nedenle tesettür ve başörtüsü okullarda, devlet dairelerinde ve askeri tesislerde yasaklanırken, güzellik yarışmaları, tangolar, daha açık kıyafetler hayatın her alanında teşvik görmüştür.

Modern kıyafet, kadın erkek bütün toplumda bir değişime neden olmakla birlikte, Batıcılar ile muhafazakârlar arasındaki tartışma daha çok kadın kıyafetinde odaklanmıştır. Mahrem ile namahrem alan arasındaki sınır çizgisini belirleyen kadın kıyafeti geleneksel ile modern, dini olanla seküler olanın mücadelesini en şiddetli yaşandığı alan olmuştur. Bu mücadelenin en önemli araçlarından biri medya olmuştur.
Medya kadın kıyafetindeki modernleşmenin en önemli itici gücü olmuştur. Çünkü, toplumları etkileme ve yönlendirme gibi büyük bir gücü elinde bulunduran medya, moda, reklam ve tüketim ilişkisinde en önemli araç olarak, bu alanda kullanılmakta ve kadını bir cinsel obje haline getirmektedir. Cinselliğin teşhirinde ise tesettür önemli bir engel olarak durmaktadır.
Türkiye'de Batılılaşmanın başladığı 19. yüzyılın ortalarından başlayan kıyafet tartışmalarında, eğitim sistemindeki Batılılaşma ve gazete ve dergilerin yayınlanmasıyla kadın kıyafeti üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemlerde de kadın kıyafetine yönelik eleştiriler açıkça dine karşı yapılamayan eleştirilerin ortaya konulduğu bir zemin teşkil etmiştir.
Meşrutiyet sonrası dönemde çıkan gazete ve dergiler kadın ve kadın kıyafeti önemli tartışmalara sahne olmuş, Batıcılar, Türkçüler ve İslamcılar tartışmalarının bir kısmını kadın kıyafeti konusuna ayırmışlardır. Ayrıca, bu dönemde yayınlanan kadın dergileri Batı hayat tarzının kadınlar arasında yaygınlaşmasında önemli rol oynamış, daha sonra Cumhuriyet dönemindeki uygulamalara zemin hazırlamıştır.
Meşrutiyet döneminde kadın kıyafeti konusunda ortaya konulan yaklaşım, Cumhuriyet dönemindeki bakış tarzını da etkilemiştir. Bu yaklaşım temel olarak kadınların sosyal hayatta yerlerine almadıkları müddetçe Osmanlı Devletinin gelişmesinin mümkün olamayacağı, ve bunun da ferace ve çarşaf ile gerçekleşmeyeceğidir. Ancak, Cumhuriyet döneminde, özellikle 1980 sonrasında, ferace ve çarşafa yönelik eleştirel başörtüsüne yönelmiştir.

Cumhuriyet döneminde kadın kıyafetinin modernleştirilmesi konusunda zaman zaman baskılar olmuşsa da daha çok modern kıyafetin bir çağdaşlaşma ve statü göstergesi olarak özendirilmesi yönüne gidilmiştir. Gazete ve dergilerdeki yayınlarda bu imaj telkin edilerek, ideal modern kadın tipi oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu yayınlarda kadının toplum içindeki rolü de modern hayatın gerekleri çerçevesinde yorumlanarak, topluma sunulmuştur.

1980'lerden sonra çıkan gazete ve dergiler pek çok geleneksel değerleri değiştirme konusunda çok etkili olmuştur. Bu gazete ve dergiler Türk toplumunun tabuları olarak görülen ve dini ve geleneksel değerlerden kaynaklanan bekaret, namus, nikah gibi kavramları tartışmaya açarak ahlaki değerlerin zayıflatılmasında önemli rol oynamıştır. Başlangıçta gazete ve dergilerle başlayan bu süreç, televizyonun toplum hayatına girmesiyle daha etkili bir hale gelmiştir. Türk toplumunda yüzlerce yılda gerçekleşmeyen değişimin, televizyonun toplum hayatına girdiği son otuz yılda gerçekleşmiş olması bu kitle iletişim aracının gücünü ve etkinliğini göstermektedir..
Bu değişim sadece bu hayat tarzına eğilimi olanları değil, büyük ölçüde muhafazakâr kesimi de etkilemektedir. Öteki kesimde açılma yönündeki eğilim, muhafazakâr kesimde tüketim kültürünün etkin hale getirilmesi, tesettürün dejenere edilmesi, yaşam biçimlerinin modernizmin kötü bir kopyası haline getirilmesi şeklinde tezahür etmektedir
Özellikle, reklam ve film sektörünün tüketim kültürünü yaygınlaştırma doğrultusunda çalışması, muhafazakâr televizyon kanallarını zor durumda bırakmakta, istemeden bu hayat tarzının propaganda araçları haline dönüştürmektedir.
Bu açıdan medyanın toplumun yaşam biçimi üzerindeki bu büyük etkisinin ayırım gözetmeden bütün kesimleri etkilediği gerçeği gözardı edilmemelidir. Kitle iletişim araçları, özellikle televizyon yaşam biçimimizi, kültürümüzü, inancımızı tehdit etmektedir. Bizim nasıl yaşayacağımıza, nasıl giyineceğimize, nasıl eğleneceğimize, neleri öncelikli göreceğimize medya karar vermekte ve bunu uygulatmada da büyük ölçüde başarılı olmaktadır.

1980 sonrası dönemde toplumun tüm kesimlerinde görülen kültürel dejenerasyonun muhafazakâr kesimlerde de aynı ölçüde görülmesi medyanın gücünü göstermektedir. Bu çerçevede, özellikle muhafazakâr dindar kesimin, modernizmin bu olumsuz etkilerinden kendilerin koruyabilmek için yeni çözümler aramaları ve bunu hayata geçirmeleri gerekmektedir. Bir dönem siyasal İslam söylemlerin etkisindeki insanlar, şimdi de tüketim kültürünün egemen olduğu ve modernizmin dayattığı bir yaşam ve düşünce biçiminin etkisi altına girmiştir. Bu açıdan, Batı felsefesinin farklı bir yansıması olan modernizmin fikri temellerini yerle bir eden Risale-i Nur hakikatleri her zamankinden daha çok anlaşılmaya muhtaç görünmektedir.