1.2. Kültürel Hayatın Metalaşması ve Tüketim Kültürünün Yaygınlaştırılması

Ayrıca tümüyle maddi ögelerle (ürün, hizmet vb.) açıklanması mümkün olmayan kültürün, değişim değeri esasında işlem göreceği konusu önem taşımaktadır. Çok özel ve kişisel de olsa her türlü ürünün piyasa değerini tespit etmek mümkün olabilir; ancak, zevklerin, ilgilerin, duyguların, inançların, sanatın, ideolojinin vb. piyasa değerini tespit etmek mümkün değildir. Temelde maddi olmayan, maddi olmadığı için de bilimsel olarak piyasaya sürülmesi de mümkün olmayan anlamlandırma haritalarını piyasaya sunmak mümkün değildir. Oysa, modern kapitalist toplumda her şeyin ama her şeyin bir şekilde piyasa sirkülasyonundan geçtiği bilinen bir olgudur. Genel olarak kültürel üretim piyasaya dönüktür. Üretimin ilk ve asıl hedefi kârdır. Rekabet şartına bağlı olarak ürün çeşitlenir. Farklı sunum ve satış yolları bulunur. Her türlü müşteri (tüketici) ihtiyacını karşılayacak üretim alternatifleri denenir. Yapay ve zorlama ihtiyaçlar meydana getirilerek bunların tatmini için tüketim biçimleri üzerinde durulur."5

Medyanın toplumsal hayat üzerindeki olumsuz ve kültürü dejenere eden etkisi hem sağ, hem de soldaki bilim adamları tarafından inceleme konusu yapılmıştır.

Ticarî medya, kitle kültürü kuramının Ernest van den Haag, T.S. Eliot, R.P. Blackmur gibi muhafazakâr kuramcıları tarafından geleneksel kültürel otoritelere saygıyı sabote etmek, aile, din ve topluluk üzerinde odaklaşan geleneksel değerleri kemirmek, pasif tüketicilerden oluşan saf insan sürülerini manipüle etmek ve kandırmakla suçlanmıştı.
Siyasal solda da Adorna-Horkheimer'in kültür endüstrisi kuramı, bu iddianın ikinci kısmına tıpatıp uygun düşen görüşler önermekteydi. Bu kuramcılara göre, kitle iletişim endüstrisi yüksek ve alçak kültürler arasındaki ayrımı yok ederek bu türden eğilimleri güçlendirmekteydi.

Keane'e göre kültür endüstrisi, bireyleri günlük hayatın monoton sıkıcılığından kurtulmak için medyalarla özdeşleşmeye teşvik etmekle kitleleri yanıltmaktaydı. "Onların, her şeyi günü gününe izledikleri dünyada olup bitenlerden haberdar bulunduklarını, mutlu ve başarılı olduklarını düşünmelerini sağlıyordu. Herkes unutasıya eğleniyordu. Klişelerde ifade edilen tatmin baskın çıkıyor, sahte bireycilik yaygınlaşıyordu; bireylerin hiçbir konuda eleştirel düşünmeleri desteklenmiyordu. Böylece gözlerinin önündeki acıları ve adaletsizlikleri unutuyorlardı."6

Reklamcılığa bağımlı olan ve bunun içinde izlenme oranlarını artırmak için her türlü yolu meşru gören ticarî televizyonun yaygınlaşması ve yazılı basının da buna ayak uydurmasından dolayı kültürel açıdan daha yıkıcı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Evrensel kültür adı altında ulusal ve yerel kültürlerin kayboluşu ticarî medyanın gelişimiyle paralel olarak gerçekleşmektedir.

Özellikle, televizyonun her zaman isteyerek olmasa da, zaman zaman izleyicilere seçenek olarak görünebilecek yaşam biçimleri ve özlemlerin canlı imgelerini sunduğu da bir gerçektir. Bu da azınlıkta kalan görüşlerin, karşı kültür değerlerinin meşruluk kazanmasını sağlamaktadır.7 Ulusaşırı şirketler tarafından kontrol edilen küresel, tekelci medya kanalları ise daha çok pasif tüketimciliği körükleyerek, olumsuz psikolojik ve siyasal sonuçlara yol açıyorlar.8 Yani, küçük bir azınlık ellerindeki medya gücü nedeniyle belli yaşam biçimlerini ve kültür değerlerini toplumda egemen kılmaktalar.
Büyük şirketler tarafından yönetilen bu şirketlerin çıkarları ve stratejileri doğrultusunda biçimlendirilen medya kültürel dejenerasyonu körüklemektedir. Son yıllarda kamusal olarak finanse edilen kültür endüstrisinin zayıflaması ve şirketlerin bu alanda daha etkin hale gelmesi durumu daha da kötüleştirmektedir. Kültürel ürünler de medyayla beraber ticarî bir meta haline gelmektedir.

Şirketler kültürel alana iki şekilde hükmederler; İlk olarak, kültürel üretimin giderek artan bir oranında, gazeteler ve dergilerden televizyon, film, müzik ve konulu parklara dek uzanan bir dizi sektörde çıkarları bulunan büyük şirketler doğrudan sorumludur. İkincisi, üretici olarak kültürel endüstrilerle doğrudan ilgisi olmayan şirketler, reklamcı ve sponsor rolleri aracılığıyla kültürel etkinliğin yönü üzerinde kayda değer bir denetim uygulayabilmektedirler. Ticarî yayıncılığın, basının büyük bir bölümüyle birlikte, mali açıdan ayakta kalabilmesi doğrudan reklam gelirine bağlıyken, müzeler ve tiyatrolar gibi 'eserlerin sergilendiği diğer alanların' gitgide daha fazlası, 'şirket sponsorlarınca ele geçirilmekte' ve onların halkla ilişkiler kampanyalarınca kullanılmaktadır. Şirket etkinliğinin genişlemesi bir üçüncü önemli süreci pekiştirir-kültürel yaşamın metalaşması.9
Enformasyon teknikleri, kültür hizmetlerinin niteliğini tanımlayan ve üreten tekelleşmiş-tek merkezden yönlendirilen-bir kültür ve eğlence pazarının doğmasını sağlamaktadır. Bu vakıa, insanları özgün kültürel çevreleriyle bağlantılarını sağlayan ve kültürel gelişmelerin özünü teşkil eden mekanizmaların hızla yok olmasına yol açmaktadır. Bu ulusal ve yerel kültürlerin yaşama şansının her geçen gün azalması anlamına gelmektedir. Çünkü, iletişim araçlarından yararlanma, yalnızca ulusal ve uluslararası düzeyde siyasal, ekonomik ve kültürel gücü elinde bulunduranlara ait kaldığı takdirde bunların, etnik, sosyo-kültürel ve dini azınlıklara ait uygarlık değerlerini ortadan kaldırma tehlikesi bulunmaktadır.
Haberleşme araç ve imkânları son yıllarda alabildiğine artıp ticarileşmeyle birlikte, önceleri tecrit edilmiş topluluklar halinde yaşayan ya da dışarısıyla ilişkisini sadece klasik haberleşme araçlarıyla sağlayan milyonlarca insanın önüne dış dünyayı getirirken, artık adam akıllı yaygınlık kazanmış olan iki kaygıyı da doğurdu; birincisi, medyanın gelişmesi kültürel değerler için bir tehdit oluşturabilir; ikinci olarak ise, kapıların medyaların etkisine ardına dek açılması sonucu, kamuoyu kendi kültüründen uzaklaşabilir.10