Duanın Âdâbı

Duanın on âdâbı vardır:
1. Şerefli Vakitleri Gözetmek
Senenin Arefe gününü, aylardan Ramazan ayını, haftanın cum'a gününü ve saatlerin de seher vaktini gözetmek gibi.,..

Nitekim Allah Teâlâ (c.c) 'Sabahın erken vakitlerinde de istiğfâr ederlerdi' (Zâriyat/18) buyurmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a) de şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ her gece dünya semasına iner, bu iniş zamanı gecenin en son üçte birisi kaldığı zamandır. (Zât-ı ulûhiyyetine yakışır ve mahiyeti bizce malûm olmayan) inişi yaptığı zaman şöyle buyurur: 'Benden isteyen var mı ki duasını kabul edeyim? Benden dileyen var mı ki, kendisine dilediğini vereyim? Benden günâhının bağışlanmasını isteyen var mı ki, günâhını affedeyim?'. 66

Hz. Yâkub'un (a.s), kendisinden (Yusuf u kuyuya attıkları için) özür dileyen ve günahlarının affı için Allah'a yalvarmasını rica eden çocuklarına 'Sizin için yakında rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o gafûrdur, rahimdir. (Yusuf/98) deyip tehir etmesinin sebebinin' seher vaktinde dua etmek için olduğu söylenmiştir.

Hz. Yâkub (a.s), seher vaktinde kalkıp dua eder ve bu duayı dinleyen çocukları da arkasında âmin derler. Bunun üzerine Allah Teâlâ kendisine vahiy gönderir ve 'Çocuklarını affettim ve hepsini peygamberlikle vazifelendirdim' buyurur.

2. Şerefli Halleri Fırsat Bilmek
Şerefli halleri fırsat bilerek, o hallerde dua etmelidir.

Nitekim Ebu Hüreyre şöyle der: 'Gök kapıları Allah yolunda, Allah'ın düşmanlarıyla çarpışanların safları düşman saflarına yaklaştığı zaman açılır ve yine o kapılar, yağmur yağdığı zaman, farz namazlar için kamet edildiği zaman açılırlar. Bu bakımdan bu vakitlerde dua etmeyi bir ganimet bilin'.
Mücâhid de şöyle der: 'Namaz, saatlerin en hayırlısında kılınmış ve kılınmaktadır. Bu nedenle namazların arkasından dua etmeyi ihmal etmeyin'.

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Ezan ve kamet arasında yapılan dua reddolunmaz. (Muhakkak kabul olunur).67

Oruçlu bir kimsenin duası geri çevrilmez.68

Hakîkat açısından vakitlerin şerefi, hâllerin şerefine bağlıdır. Çünkü seher vakti kalbin tasfiyesi, ihlâsı ve teşviş edici engellerden boşalma vaktidir. Arefe ve cuma günleri himmetlerin birleşme, kalplerin ilahî rahmetleri oluk hâlinde elde etmeye yardımlaşma vaktidir. İşte vakitlerin şerefinin sebeplerinden birisi hâllerdir. Bu sebeplerde insanın aklına gelmeyen ve bilgisi bulunmayan daha nice sırlar vardır. Secde hâli de duanın kabul olunmasına uygun hâllerdendir.

Nitekim Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'den (s.a) bu hususta şu hadîsi rivayet etmiştir:
Kulun, rabbine en yakın olduğu hâl secde ettiği hâldir. Bu nedenle secdenizde çok dua ediniz!69

İbn Abbas (r.a) Hz. Peygamber'den şu hadîsi rivayet eder:
Ben rükû veya secde ederken Kur'an okumaktan menedildim. Rükûda rabbinizi tâzim edin. Secdede ise çok dua edin. Çünkü bu hallerde duanın kabul olunması sair zamanlara nazaran daha kuvvetlidir.70

3. Kıbleye Yönelerek Dua Etmek
Kişi, ellerini koltuk altlarının beyazlığı görünecek derecede kaldırmalıdır.

Çünkü Câbir b. Abdullah, Hz. Peygamber'in kıbleye yöneldiğini rivayet ederek şöyle buyurmaktadır:
Hz. Peygamber (s.a) Arefe günü vakfe yerine geldi. Kıbleye yönelip güneş batıncaya kadar dua etti.71

Selmân-ı Fârisî de, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Muhakkak rabbimiz hicabedici ve kerîmdir. Kulları ellerini dergâh-i izzetine kaldırdıkları zaman o elleri boş çevirmekten hayâ eder.72

Enes de şöyle rivayet eder:
Rasûllullah (s.a) duada koltuk altının beyazı görününceye kadar ellerini kaldırır, parmağıyla işaret etmezdi.73

Ebu Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) dua edip şehâdet parmaklarıyla işaret eden bir insanın yanından geçtiğinde şöyle buyurmuştur:
Bir, bir... (iki parmağını birden kaldırma Allah'ın birliğine işaret olan tek parmağını kaldır).74

Ebu Derda (r.a) şöyle demiştir: 'Şu eller zincirlerle bağlanmadan önce kaldırıp onlarla dua edin'.
Duadan sonra elleriyle yüzü meshetmek gerekir. Nitekim Hz. Ömer (r.a) şöyle anlatmaktadır:

Hz. Peygamber ellerini duada (göklere) uzattığı zaman onlarla yüzünü meshetmeyince ellerini indirmezdi.75

İbn Abbas (r.a) Hz. Peygamber'in şu şekilde dua ettiğini rivayet etmektedir:
Rasûlullah (s.a) dua ettiği zaman, ellerini birleştirir, iç kısımlarını yüzüne doğru tutardı.76

İşte ellerin duada tutulma keyfiyeti bu şekildedir. Dua ederken gözlerini semâya dikilemelidir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Duada gözlerini semâya diken kavimler, ya bu durumdan vazgeçecekler veya (mânen) gözlerinin nûrları sökülecektir.77

4. Sessizce Dua Etmek
Dua ederken sesini ne fazla yükseltmeli, ne de iyice kısmalı, ikisi arasında bir tonla dua etmelidir.

Nitekim Ebû Musa el-Eş'arî (r.a) şöyle rivayet eder: Biz Hz. Peygamberle beraber seferden dönüyorduk. Medine'ye yaklaştığımızda Hz. Peygamber tekbir getirdi, ashab da onunla beraber tekbir getirerek seslerini oldukça yükselttiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

Ey insanlar! Çağırdığınız Allah, ne sağırdır, ne de gaib. İyi bilin ki, çağırdığınız zat, sizinle bineklerinizin boynu arasındadır; (size herşeyden daha yakındır).78
.
Hz. Âişe 'Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. Bu ikisinin arası bir yol tut' (İsrâ/110) ayetinin tefsirinde 'namazdan gaye duadır' demiştir.

Allah Teâlâ (c.c), peygamberi Zekeriyya'yı (a.s) överek şöyle buyurmuştur:
'O, rabbine gizlice yalvardığı zaman.. (Meryem/3) Başka bir ayet de şöyledir:
'Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin'. (A'raf/55)

5. Duayı Kafiyeli Okumaya Çalışmak
Dua edenin hâli, Allah'a yalvaranın hâli gibi olmalıdır. Kafiyeli okumak için kişinin kendisini zorlaması, bu duruma ters düşer.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
Duada ifrâta kaçan bir kavim gelecektir. Allah Teâlâ da (c.c) şöyle buyurmuştur:
Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah, bağırıp çağırarak haddi aşanları sevmez. (A'raf/55)

Bu ayetin tefsirinde "Haddi aşanların duayı kafiyeli okumak hususunda kendilerini zorlayanlar oldukları söylenmiştir.
Dua eden kimse için en evlâ ve en iyi şekil, Rasûlullah'tan vârid olan duaları okuyup, onlarla yetinmesidir. Zira onlardan ayrılan bir kimse, çoğu zaman, dua okumada ileri gidip ifrata kaçar.

Bu bakımdan maslahata uygun olmayan şeyleri istemeye kalkışır. O halde herkes güzelce dua etmeyi beceremez. İşte bu sırra binaen Hz. Muaz'dan rivayet edildiğine göre, cennette dahi âlimlere ihtiyaç vardır. Çünkü Allah tarafından cennetliklere 'istediğinizi isteyiniz' diye emir gelir. Bu emri alan cennet ehli, Allah'tan neyi temenni edeceklerini bilemezler. Öyle ki sonunda âlimler kendilerine bu hususu öğretirler...

Hz. Peygamber (s.a) duayı kafiyeli söylemek suretiyle ifrata kaçmayı şu hadîsiyle yasaklamaktadır:
Duada seci' yapmaktan (kafiyeli okumaktan) kaçının. 'Ey Allahım! Ben senden cenneti isterim ve cennete yaklaştırıcı söz ve amelleri isterim. Cehennemden sana sığınırım. Ona yaklaştırıcı söz ve amellerden de sana sığınırım' demeniz kâfidir.

Şöyle bir rivayet de nakledilmiştir: 'Benden sonra bir kavim gelecektir: Hem duada, hem de abdest ve gusül hususunda çok ifrata kaçacaklardır'.

Seleften biri, kafiyeli (ve yapmacık bir şekilde) dua eden bir kıssacının yanından geçtiğinde ona şöyle bağırır: Sen, Allah Teâlâ'ya karşı mübalâğa mı yapıyorsun? Ben Allah rızâsı için şehâdet ederim ki, Habib el-Acemî'yi gördüm, dua ederken şu ke-

İlmelerden fazlasını söylemezdi: 'Ey Allahım! Bizi iyiler zümresinden eyle. Ey Allahım! Bizi kıyâmet gününde rezil etme. Ey Allahım! Bizi hayırlı işlere muvaffak kıl..' Halk da her taraftan Habib el-Acemî'nin arkasında dua ederdi ve bu zâtın duasının bereketli olduğu da herkesçe bilinmekteydi.

Seleften biri dua okuyuculara şu tavsiyede bulunmuştur: 'Zillet ve fakirlik diliyle dua et. Fesâhat ve belâgat diliyle dua etme'.

'Âlimler ve abdallar, dualarında yedi kelimeden ne fazla, ne eksik yapmazlar. Bakara suresinin son âyeti de buna şehâdet eder. Çünkü Allah Teâlâ, duanın hiçbir yerinde kullarının yedi kelimeden fazla olan dualarından haber vermemiştir'.

Seci'den maksat tekellüfle konuşmak demektir. Tekellüfle konuşmak ise yalvarış ve yakarışa uygun düşmez. Mutlak seci', kötülenmiş değildir. Çünkü Hz. Peygamber'den vârid olan bir takım dualarda tekellüf olmaksızın kendiliğinden kafiyeli düşen kelimeler mevcuttur.

Hz. Peygamber'in şu duası buna örnek olarak verilebilir:
Vaîd gününde senden emniyet, hulûd gününde mukarriblerle cemâlini müşâhede eden, ahdini yerine getiren, secde ve rükû edenlerle beraber senden cennet isterim. Çünkü sen rahim ve vedûdsun. Sen dilediğini yaparsın.79

Buna benzer daha nice dualar ve hadîsler vardır. O halde dua eden bir kimseye gereken şey, Rasûlullah'tan vârid olan dualarla yetinmektir veya tekellüf ve seci' yapmaksızın yalvarış ve yakarış diliyle istediğini Allah'tan talep etmektir. Zira Allah nezdinde en güzel dua yalvarışlı ve yakarışlı duadır.

6. Yalvarış, Korku, İstek ve Sığınma
Onlar, hayırlara koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederler.
(Enbiyâ/90)

Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin! (A'raf/55) Hz,

Peygamber (s.a) de şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ bir kulunu sevdiği zaman, onun yalvarış ve yakarışlarını duymak için onu belâlara mübtelâ kılar.80

7. Duanın Kabul Olunacağına Kesinlikle İnanmak
Dua hakkındaki ümidine son derece bağlı olmak gerekir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sizden herhangi biriniz dua ettiği zaman 'Ey Allahım! Eğer dilersen beni affet, eğer dilersen bana rahmet eyle' demesin. Ancak isteğini kesin bir dille Allah Teâlâ'dan istesin. Çünkü Allah Teâlâ'yı zorlayacak herhangi bir kuvvet ve kudret mevcut değildir.81

Sizden herhangi biriniz dua ettiği zaman, isteğini büyütsün. Çünkü hiçbir şey Allah Teâlâ'nın kuvvet ve kudretine nisbetle büyük değildir. (Yani ne kadar büyük birşey istersen o, kudreti ilâhiyesine nisbeten küçüktür ve verilmesinde herhangi bir zorluk da sözkonusu değildir).82

Kabul edileceğine yüzde yüz inanarak Allah Teâlâ'ya dua ediniz ve biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ, gâfil bir kalpten gelen duayı kabul etmez.83

Süfyan b. Uyeyne şöyle demiştir: Herhangi birinizin daha önce yaptığı kötü hareketleri kendisini dua etmekten alıkoymasın. Çünkü Allah Teâlâ, bütün mahlûkatın şerlisi İblis'in duasını bile kabul etmiştir. "İblis: 'Bana kıyâmete kadar ömür ve mühlet ver' dedi. Allah da: 'Sen mühlet verilenlerdensin' buyurdu". (A'raf/14-15)

8. Duada Israr Ederek, Duayı Üç Defa Tekrarlamak
İbn Mes'ud (r.a) Hz. Peygamber'in, dua ettiği zaman duasını üç defa tekrarladığını, Allah'tan istediği zaman istediğini üç defa tekrarladığını söylemektedir.84

Duasının kabul olunmasının geciktiğini görmemesi, (kulun haline) uygun bir durumdur.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz acele etmedikçe duası Allah tarafından kabul olunur. Acele etmek şu demektir: 'Ben dua ettim, duam kabul edilmedi'. Bu nedenle ey Allah'ın kulu! Dua ettiğin zaman Allah'tan çokça iste. Çünkü sen kerîm ve cömert bir zâttan istiyorsun. 85

Bir âlim 'Ben yirmi seneden beri Allah'tan bir ihtiyacımı diliyorum. Hâlâ da bana o ihtiyacımı verip de, duamı kabul etmiş değildir. Fakat ben buna rağmen duamın kabul olunmasından ümidimi kesmiş değilim. Ben Allah Teâlâ'dan, beni din ve dünyamda beni ilgilendirmeyen şeyleri terketmeye muvaffak kılmasını istiyorum' demiştir.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz Allah Teâlâ'dan birşey istediği ve o istediğinin kabul olunduğunu anladığı zaman şöyle desin: 'Hamd, salih amellerin ancak nimetiyle tamam olduğu Allah'a mahsustur'.
Kimin (duası kabul olunmayıp gecikmiş) ve istediklerinden birşey kendisine verilmemişse şöyle desin: 'Her hâlükârda hamd Allah'a mahsustur'.86

9. Allah'ın Zikriyle Duaya Başlamak
Bu bakımdan duanın başlangıcında hemen isteklerini sıralamaya girişmemelidir. Önce zikretmeli, zikirden sonra isteklerini sıralamalıdır. Seleme b. Ekvâ diyor ki: 'Hz. Peygamber (s.a) bütün dualarının başlangıcında mutlaka Sübhane Rabbiye'l Aliyyi'l-A'le'l-Vehhâb derdi'.87

Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: Bir kimse, Allah'tan herhangi bir ihtiyacını istemeden önce Hz. Peygamber'e salât ü selâm getirsin. Salât ü selâmdan sonra ihtiyacını arzetsin. İhtiyacını arzettikten sonra da duasını Rasûlullah'a getirilen salâvat-ı şerîfe ile sonuçlandırsın. Çünkü Allah Teâlâ (c.c) duanın başında ve sonunda getirilen salâvat-ı şerîfeleri kabul eder. Bu iki salâvat-ı şerîfeyi kabul edip de onların arasında dergâh-ı izzetine arzolunan ihtiyaçları bırakması, kabul etmemesi onun şânına yakışmaz.

Nitekim Hz. Peygamber'den şöyle rivayet edilmektedir:
Siz Allah Teâlâ'dan bir ihtiyacınızı istediğiniz zaman, önce salâvat getirmekle başlayınız. Çünkü Allah Teâlâ'nın şânına yakışmaz ki, kendisinden iki türlü ihtiyaç istendiğinde birisini (salâvat-ı şerîfeyi) kabul edip diğerini reddetsin! 88

10 Duanın Kabul Olunmasının Temeli Bâtınî Edeptir
Duanın kabul olunmasının temeli bâtınî edeptir ki o da, tevbe etmek, zulümle aldıklarını geri vermek, bütün varlığıyla Allah Teâlâ'nın ibâdetine yönelmektir. İşte duanın kabul olunmasının en yakın sebebi budur.

Nitekim Ka'b'ul-Ahbâr'dan şöyle rivayet edilir: "Hz. Musa (a.s) zamanında şiddetli bir kıtlık oldu. Musa (a.s) İsrâiloğulları'nı yanına alarak yağmur duasına çıktı. Fakat yağmur yağmadı. Böylece üç defa yağmur duasına çıktı. Yine yağmur yağmadı. Bunun üzerine (müteessir olan) Hz. Musa'ya Allah Teâlâ şöyle vahyetti: 'Sizin içinizde bir dedikoducu olduğu için, ne senin, ne de seninle bareber dua edenlerin dualarını kabul etmem'. Bunun üzerine Musa (a.s) sordu: 'Yârab! O dedikoducu kimdir? Bana göster ki, kendisini aramızdan çıkaralım?' Hz. Musa'nın bu isteği üzerine Allah Teâlâ ikinci defa şöyle vahyetti: 'Ey Musa! Ben sizi kovuculuktan menederken kendim mi kovucu olayım?' Bu müşkil durum karşısında kalan Hz. Musa, İsrailoğulları'na 'Hepiniz birden dedikodudan tevbe edip, Allah Teâlâ'ya sığının' buyurdu. İsrailoğulları da bu kötü fiilden tevbe ettiler. Ondan sonra Allah Teâlâ onlara yağmur ihsan etti".

Said b. Cübeyr şöyle anlatır: "İsrâiloğulları hükümdarlarından birinin zamanında büyük bir kıtlık oldu. Halk yağmur duasına çıktı. Bunun üzerine hükümdar, İsrâiloğulları'na dedi ki: 'Muhakkak ya Allah bize yağmur gönderecek veya biz O'na eziyet vereceğiz'. Kendisine soruldu: 'Nasıl olur da hükmü göklerde bulunan Allah'a eziyet vermeye muktedir olabiliriz?' Hükümdar 'Eğer yağmur vermezse, O'nun velîlerini ve tâat ehlini öldüreceğim. İşte bu, O'nun için eziyettir' dedi. Bunun üzerine dua eden halkın dualarına karşılık Allah Teâlâ bolca yağmur ihsân etti".

Süfyan es-Sevrî şöyle buyurmuştur: "İşittiğime göre İsrâiloğulları yedi sene, üst üste kıtlıkla karşı karşıya kaldılar.
Öyle bir hâle geldiler ki, mezbeleliklerden ölü hayvanların leşlerini toplayıp yediler. Çocuklarını yediler. Bu hâl devam ettiği müddetçe dağlara çıkıp ağlarlar, yalvarıp yakarırlardı.

Bunun üzerine Allah Teâlâ onların peygamberlerine vahiy gönderdi: 'Eğer yürüyerek bitkin bir hâlde benim dergâhıma gelip, ayaklarınız yürümekten şerha şerha olup, dizlerinize kadar çıksa, dua için uzanan elleriniz göklere yetişse, dua eden diliniz dua ede ede yorulsa bile, yine de duanızı kabul etmeyeceğim ve yine de ağlayanınıza rahmet etmeyeceğim. Tâ ki, zulümle aldıklarınızı sahiplerine iade etmedikçe..'

Bunun üzerine zulümle alınan bütün mallar ve haklar, sahiplerine iade edildi ve aynı günde yağmur şakır şakır yağmaya başladı".

Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: İsrâiloğulları'nda büyük bir kıtlık meydana geldi. Birkaç defa yağmur duasına çıkmalarına rağmen, yağmurun yüzünü göremediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ (c.c), peygamberlerine şöyle vahiy gönderdi: 'Onlara söyle ki, sizler necis bedenlerinizle benim huzuruma geliyorsunuz. Kana boyanmış ellerinizi benim dergâhıma uzatıyorsunuz. Mideleriniz haramla dolu olduğu hâlde geliyorsunuz. Şimdi ise benim gazabım sizin üzerinize daha da artar. Bu durumda bana gelmeniz sizi gittikçe benden uzaklaştırır; (bu söylediklerimden tevbe eder gelirseniz, o zaman size rahmet ederim. Aksi takdirde rahmetin yüzünü göremezsiniz)'.

Ebu Sıddîk en-Nâci der ki: "Hz. Süleyman (a.s), bir ara yağmur duasına çıktı. Çöle giderken sırt üstü yatmış, ayaklarını göklere doğru uzatmış bir karınca gördü ve o karınca şöyle diyordu: 'Ey Allahım! Ben senin mahlûkatın içinde zayıf bir mahlûkum. Senin rızkın olmazsa helâk olurum. Çünkü hiçbir zaman senin rızkından müstağni değiliz. O hâlde bizi başkasının günâhından ötürü helâk etme'. Bu manzarayı müşâhede eden Süleyman (a.s) herşeyden habersiz bulunan cemâata 'Dönün! Dua etmenize artık ihtiyaç kalmadı. Başkasının duası bereketiyle Allah size de yağmur ihsân edecektir' dedi".

Evzâî şöyle anlatır: "Halk yağmur duasına çıktı. Yağmur duasına çıkan kitleye Bilâl b. Sa'd b. Ebî Vakkas kalkıp bir hutbe okudu: Hutbesinin başında Allah'a hamdü senâ ettikten sonra şöyle devam etti: 'Ey burada hazır bulunanlar! Siz günahkâr olduğunuzu ikrar etmez misiniz?' Hazır bulunanlar 'Evet, günahkâr olduğumuzu ikrâr ederiz' dediler.

Bunun üzerine şöyle devam etti: 'Ey Allahım! Biz senin şöyle buyurduğunu işittik: İyilik edenleri ayıplamaya bir yol yoktur' (Tevbe/91). İşte biz de günahkâr olduğumuzu ikrar ettik. Senin affın bizim gibilere olmazsa acaba kime olacaktır? Ey Allahım! Bizi affeyle! Bize rahmetini ihsân eyle! Bize yağmur gönder'. Bu duadan sonra ellerini cemaatla beraber kaldırdı ve derhal yağmur yağmaya başladı".

Mâlik b. Dinar'a 'Bizim için rabbine dua et!' denildiğinde, Mâlik şöyle demiştir: 'Siz yağmurun geciktiğini görüyorsunuz. Bense fiillerinizden ötürü taş yağmasının geciktiğini görüyorum'.

Rivayet edildiğine göre, Hz. İsâ (a.s) çıkıp yağmur duasında bu-lundu. Yağmurun yağmamasından rahatsız olan cemaate Hz. İsâ şöyle dedi: 'Sizin içinizde hayatında bir günah bile işleyen kimse varsa, o bizden ayrılıp gitsin'. Bunun üzerine bütün herkes dönüp gitti ve Hz. İsâ ile çölde bir tek kişi kaldı. Hz. İsâ o kalan kişiye 'Senin hiç günâhın yok mu?' dedi. Kişi 'Allah'a yemin ederim ki ben şundan başka bir günâhım olduğunu bilmiyorum: Bir gün namaz kılıyordum. Yanımdan bir kadın geçti. Şu gözümle ona baktım. Fakat o gittikten sonra ona bakan gözüme parmağımı soktum, gözümü çıkarıp attım' karşılığını verdi. Bunun üzerine İsâ (a.s), adama şöyle dedi: 'Sen dua edip Allah'tan iste. Ben de duana âmin diyeyim'.89 O kişi dua etti. (Hz. İsâ da âmin dedi). Bunun üzerine bulutlar toplanmaya başladı. Yağmur yağdı ve insanlar da böylece kıtlıktan kurtuldu.

Yahyâ el-Gassâni şöyle anlatır: "Hz. Dâvud'un zamanında halk kıtlığa yakalandı. Aralarında üç âlim seçtiler. Bu âlimleri yağmur duasına çıkardılar ki Allah onların yüzüsuyu hürmetine yağmur versin. Bu âlimlerden biri şöyle dua etti: 'Ey Allahım! Senin, Tevrat'ta verdiğin hükme göre bizim, bize zulmedenleri affetmemiz gerek. Ey Allahım! İşte biz kendi nefislerimize zulmettik. Affetmeyi emreden sen de bizi affeyle!' İkinci âlimin duası şöyleydi: 'Ey Allahım!Sen Tevrat'ta 'kölelerimizi âzâd etmemizi' bize emrediyorsun. Ey Allahım! Bizler de senin köleleriniz. Bu bakımdan bizleri âzâd eyle'. Üçüncü âlim de şöyle dua eder: 'Ey Allahım! Sen Tevrat'ta 'miskin ve fakirleri kapımıza geldikleri zaman onları boş çevirmememizi' emrediyorsun. Ey Allahım! İşte biz de senin miskinleriniz. Senin kapında durmuşuz. Bu bakımdan bizim dualarımızı geri çevirme. Bu dualardan sonra yağmur yağmaya başlar".

Atâ es-Sülemî şöyle anlatır: Bir ara yağmurdan mahrum kaldık. Yağmur duasına çıktık. Bir de ne göreyim, Sa'd el-Mecnun (Deli Sa'd) diye tanınan biri mezarlar arasında dolaşmaktadır.
- Ey Atâ! Bugün mahşer günü mü? Yoksa bugün mezarlarda
yatan ölüler mi dirildiler?
- Hayır. Böyle birşey yok. Fakat biz yağmurdan mahrum kaldık. Yağmur duası için çıktık.
- Ey Atâ! Siz toprağa bağlı kalplerle mi, yoksa göklere bağlı kalplerle mi buraya geldiniz?
- Göklere bağlı kalplerle...
- Heyhât! Ey Atâ! Çıkanlara de çıkmasınlar. Çünkü Nâkid
(olan Allah) basiret sâhibidir; (herkesin ne olduğunu, olduğu gibi bilir).
Bu sözü söyledikten sonra gözlerini semâya dikerek şöyle dedi:
Ey İlâhım! Seyyidim ve Mevlâm! Kullarının günâhından ötürü memleketini helâke götürme. İsimlerinin gizli sırrı ile tecellî eyle. Perdelerin örttüğü nimetlerin hürmetine, memleketini Kana kana sulandıracak, kullarına yeniden hayat bahşedecek tatlı ve bol bir su ile bizi sevindir. Ey herşeye kâdir olan!

Atâ der ki: Sa'd'in duası bitmeden önce bulutlar gürlemeye başladı, sağa sola şimşekler çaktı. Bardaktan boşanırcasına yağmur geldi. Bu manzarayı müşahede eden Sa'd, sırtını bize çevirip yoluna devam ederken şunları söyledi:
Abidler ve zâhidler felâh bulmuşlardır. Çünkü onlar içlerini mevlâlarnın hâtırı için aç bırakmaktadırlar. Çünkü onlar mevlâlarının sevgisinden hasta gözlerini uykusuz bırakırlar. Geceler biter, onlar hâlâ uykusuzdur. Allah'ın ibâdeti onları o derece meşgul etmiştir ki, halk onların deli olduğunu zanneder.

İbn Mübârek şöyle anlatır: "'Şiddetli kıtlık olan bir senede Medine-i Münevvere'ye geldim. Halk çıkmış yağmur istiyordu. Ben de kendilerine katıldım. Biz bu durumdayken ansızın simsiyah bir köle, sırtında âdi bir ketenden yapılmış iki elbise olduğu halde çıkageldi Elbiselerden birini izâr (göbekten aşağıyı örten elbise) yapmış, diğerini de omuzuna atmıştı. Geldi tam benim yanıma oturdu. Şöyle fısıldadığını duydum: 'Ey Rabbim! Günahların çokluğu, kötü amellerin bolluğu, senin nezdinde yüzleri eskitmiş midir? Sen kullarını te'dib için bize yağmur vermedin. Ey vekar sâhibi halîm Allah! Ey kullarının kendisinden iyilikten başka birşey görmedikleri rabbim! Senden yağmur istiyorum. Şu anda, şu anda senden yağmur vermeni istiyorum'. O 'şu anda, şu anda' sözünü tekrarlamakta iken, bir de ne göreyim, berrak gökler bulutlarla doldu, her taraftan sağanak hâlinde yağmurlar yağmaya başladı.

İbn Mübârek sözlerine şöyle devam eder: "Bu manzarayı müşahede ettikten sonra Fudayl b. İyâz'ın yanına geldim. Bana dedi ki: 'Neden seni böyle üzgün görüyorum?' Fudayl'a 'Yarışta bizi geçen, bizim değil de başkasının eliyle olan bir iş beni üzdü' dedim ve kendisine durumu anlattım. Bunu dinleyen Fudayl, heyecandan bağırıp bayıldı".

Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (r.a) kıtlık senesinde Resulullah'ın amcası Hz. Abbas'ı şefâatçi yaparak Allah Teâlâ'dan yağmur dilemiştir. Hz. Ömer duasını bitirdikten sonra Abbas (r.a) şöyle demiştir:
Ey Allahım! Göklerden gelen her belâ mutlaka bir günahtan ötürüdür ve o belânın giderilmesi mutlaka tevbeye bağlıdır. Senin Rasûl-i Zişân'ın ashâbı, ona yakınlığımdan ötürü benimle senin dergâhına gelmiş bulunuyorlar. İşte bunlar ellerimizdir. Günahlarla beraber senin dergâhına uzatılmışlardır. Şunlar da alınlarımızdır, tevbe ile beraber gelmişlerdir. Sen ise koruyucusun. Sürünün içinde kaybolanı elbette ki ihmâl etmezsin. Ayağı kırılmışı heder olacak bir yerde bırakmazsın. Küçükler yana yakıla seni çağırıyorlar. Yaşlılar rikkat ve heyecana gelmişlerdir. Çeşitli sesler sıkıntı hâllerini senin dergâh-ı izzetine şikayet etmektedirler. Sen ise sırdan daha gizlisini de bilensin. Ey Allahım! Onlar ümitsiz olup, bundan dolayı helâk olmazdan önce, merhametinle onlara yağmur gönder. Çünkü senin rahmetinden ancak kâfirler ümit keserler.
(Râvi diyor ki:) Hz. Abbas, duasını daha bitirmeden dağlar kadar bulutlar göründü ve oluk gibi yağmur boşanmaya başladı).



66) Müslim ve Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
67) Ebu Dâvud, Nesâî, Tirmizî, (Enes'ten). İbn Adiy'e göre zayıftır.
68) Tirmizî, (hasen olarak)
69) Müslim
70) Müslim
71) Müslim ve Nesâî, (Usâme b. Zeyd'den)
72) Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce VG Hâkim
73) Müslim
74) Nesâî, (hasen olarak); İbn Mâce ve Hâkim, (sahih senedle)
75) Tirmizî, {garib olarak); Hâkim, Müstedrek
76) Taberânî, el-Kebir, (zayıf bir senedle)
77) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
78) Müslim ve Buhârî
80) Deylemî, (Enes'ten)
81) Müslim ve Buhârî, (Ebu Hüreyre'den)
82) İbn Hibban, (Ebu Hüreyre'den)
83) Tirmizî (Ebu Hüreyre'den). Garib olduğunu belirtmiştir.
84) Müslim; hadisin sonu: Buharî ve Müslim
85) Müslim ve Buharî, (Ebu Hüreyre'den)
86) Beyhakî, (Ebu Hüreyre'den); Hâkim, (Hz. Âişe'den benzerini zayıf bir senedle)
87) İmam Ahmed ve Hâkim
88) İmam Irakî merfû olarak bu hadisi görmediğini ancak Ebu Derdâ'dan mevkûf olarak rivayet edildiğini söylüyor. (Ebu Tâlib el-Mekkî rivayet etmiştir)
89) Bu hüküm Kur'an'a göre değildir. Çünkü Kur'an'da haram bakışın kefâreti sadece tevbe etmektir. Buradaki hüküm, eski şeriatlara âit olmalıdır. (Mütercim)