Sem'iyât (naklî deliller) ve Rasûlullah'ın haber verdiği şeyleri tasdik ve doğrulamak

I. Esas: Haşr ve Neşr
Bu esas, haşr ve neşr hakkındadır.37 Haşr ve neşr hakkında şeriat (Allah'ın nizamı) vârid olmuştur. Şeriat ise haktır; binaena-leyh haşr ve neşri doğrulamak herkese vaciptir. Çünkü, haşr ve neşrin mümkinâttan olduğu aklen de sabittir. Haşr ve neşr'in mânâsı ölümden sonra iade olunmak ve diriltmek demektir. Diriltmek, tıpkı başlangıçtaki yaratmak gibi Allah'ın kudretine dâhildir.

De ki: 'Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı, tamamıyla bilir'.(Yâsin/79)

Bu ayetle Allah, yaratılışın başlangıcını, yeniden dirilişin delili olarak göstermektedir.
Hepinizin (yoktan) yaratılmanız da, öldükten sonra diriltilmeniz de, ancak tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman/28)

II. Esas: Nekir ve Münker
Nekir ve Münker suâli hakkında birtakım hadîsler rivayet edilmiştir. Binaenaleyh Nekir ve Münker'in suâline inanmak vâcibdir. Çünkü böyle bir sual haddizatında mümkündür. Zira bu suâl, konuşmanın anlaşılmasına vesile olan uzuvlardan birisine hayatın iade ve döndürülmesini ister. Bu ise, esasında mümkün bir istektir. Ölünün her parçasının bizce hareketsiz olması ve bizi duymaması Nekir ve Münker 'in suâline mâni olamaz. Çünkü uykuda olan bir kişi de, görünen tarafıyla sakindir. Fakat iç âleminde, uyanık olduğu zamanki gibi lezzet ve elemleri idrâk eder, tesirlerinde kalır. Hz. Peygamber, Cebrail'in konuşmasını dinler ve onu görürdü. Halbuki Rasûlullahın yanıbaşmda oturan sahâbe-i kiram ne Cebrail'i görür, ne de konuşmasını duyabilirlerdi. Allah'ın ilminden, ancak O'nun dilediği miktarı kavrayabilirlerdi.38 İnsanlar, kendileri için kulak ve göz yaratılmadığı zaman, duyup görmelerine izin verilen şeyleri dahi görmez ve bilmezler.

III. Esas: Kabir azabı
Kabir azabını bize Allah'ın şeriatı bildirmektedir.
Onlar (kabirlerinde, kıyamet gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arzedilecekler. Kıyamet koptuğu gün, 'Firavun'un kavmini en şiddetli azaba sokun' denilecektir.(Mü'min/46)

Rasûlullah'ın ve selef-i sâlihînin kabir azabından istiâze ettikleri (Allah'a sığındıkları) sabittir ve bu husus, meşhur bir hakikattir. Kabir azabı, haddizatında mümkün bir keyfiyettir. Bu azâbın vâkî olacağına iman etmek de vâcibdir. Ölünün, yırtıcı hayvanların karnında ve kuşların kursağında parçalanıp dağılması, kabir azabına inanmaya mâni değildir. Zira azabın elemini idrâk eden, mahlûkâtın özel cüz ve parçalarıdır. Allah Teâlâ, bu parçalarda azabın elemini tatmak kabiliyetini yaratmaya muktedirdir.

IV. Esas: Mizan
Mizan haktır ve vardır.
Biz kıyamet gününde (insanların amel defterlerini tartmak üzere) adalet terazileri kuracağız. Artık hiç kimse en ufak bir zulme uğramayacaktır. Yapılan amel bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir tartıya koyarız. Hesap gören olarak biz kâfiyiz. (Enbiyâ/47)

O zaman (kıyamette) kimin hasenât tartıları ağır gelirse işte onlar zafere kavuşacaklardır. Kimin de tartıları hafif gelirse işte kendilerini hüsrana düşürenler bunlardır. Cehennemde ebedî olarak kalırlar. (Mü'minûn/102-103)

Tartının keyfiyeti şöyledir: Allah Teâlâ, amel sayfalarına, nezdindeki derecelere göre ağırlık verir. Yapmış oldukları amelleri, kulların kendilerine mâlûm olur. O zaman cezada adaletsizlik yapılmadığı, afta fazilet cihetine gidildiği ve sevabın kat kat artırıldığı görülecektir.

V. Esas: Sırat
Sırat, cehennem üzerine kurulmuş, kıldan ince ve kılıçtan keskin bir köprüdür. Şu ayet bize Sırat'ın varlığını bildirmektedir:
Onları cehennemin yoluna (sırat köprüsüne) sürün. Onları durdurun; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.
(Saffât/23-24)

Sırat köprüsü, haddizatında mümkinâttandır; binaenaleyh ona inanmak vâcibdir. Çünkü kuşları havada uçurtan kâdir-i mutlak, insanları cehennem üzerinde kurulmuş bir köprüden geçirmeye de muktedirdir.

VI. Esas: Cennet ve Cehennem
Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan cennete koşun! O cennet takvâ sahipleri için hazırlanmıştır,
(Al-i İmran/133)

Bu ayet-i celîledeki 'hazırlanmıştır' tâbiri cennetin şu anda mevcut olduğuna delildir. Cennetin mevcudiyeti muhal olmadığından, ayet-i kerîmeyi te'vil etmeye gerek yoktur ve bunun içinde olduğu gibi kabul edilmelidir.

Cennet ve cehennemin ceza gününden önce hazırlanmasında hiçbir fayda yoktur' denilemez; çünkü 'Allah yaptıklarından sorumlu değildir, ancak insanlar sorumludurlar!' (Enbiya/23)

VII Esas: Hak İmam
Rasûlullah'tan sonra hak imam (halife) Hz. Ebubekir Sıddîk'tır, ondan sonrada sırasıyla Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'dir. Rasûlullah'ın, muayyen bir şahsın halife olmasına dair kesin bir emri yoktur. Çünkü böyle bir emri olsaydı vali ve emirleri tâyin ettiği gibi, büyük imamı da tâyin etmesi ve bildirmesi daha evlâ olurdu ve bunu gizlemezdi. Herhangi bir vali ve emîri gizlemeden tâyin eden Hz. Peygamber, nasıl olur da halifeyi gizli bırakır. Eğer böyle olmamış olsaydı neden bu açıklık ortadan kaldırılmış ve bize ulaşmamıştır. Binaenaleyh Ebubekir Sıddîk, ashâb-ı kiramın seçmesi ve kendisine bi'at edilmesiyle imam olmuştur. Şayet Rasûlullah, Hz. Ebubekir'in dışında iddia edildiği gibi başka bir sahabi için 'Hilâfet onun hakkıdır' demiş olsaydı ve sahabe-i kirâm da Rasûlullah'ın bu sözünü dinlemeyip, Hz. Ebubekiri halife seçseydi, o zaman bütün sahabenin Rasûlullah'a ihanet etmiş olması gerekir ki bu da sahabenin icmâmı yıkmak mânâsına gelir. Böyle bir küstahlığı iddia etmek cesaretine ancak Râfızîler yeltenebilir.

Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın inancına göre, hiçbir tanesi istisna olmaksızın, bütün sahâbe-i kirâm tertemizdir. Allah ve Rasûlü'nün kendilerini övdüğü sahabîleri övmek, her müslümanın başta gelen vazifelerindendir.

Hz. Ali ile Muâviye arasında cereyan eden hâdiselerin esası içtihada dayanıyordu. Muâviye, hilâfeti Hz. Ali'den almak için ortaya çıkmış değildi. Hz. Ali, Hz. Osman'ın katillerinden, aşiretlerinin çokluğunu ve islâm ordusunda bulunmalarını nazar-ı itibara alarak, 'Bunları halifeliğin başlangıcında şeriatın kılıcına teslim edersem büyük bir sarsıntı olacaktır' kanaatiyle şer'î intikamın daha sonra alınmasını doğru buldu, Muâviye ise, şer'î cezanın ertelenmesinde, cinayetin de büyüklüğü nazar-ı itibara alınırsa kötü niyetlileri, Hz. Osman'dan sonra gelecek halifeler aleyhine harekete geçirecek ve müslümanlarm kanlarının akıtılmasına sebep olacak bir zeminin mevcudiyetine kani olarak derhal cezalandırılmalarını istedi. İşte hâdise bu iki ayrı ictihaddan doğmuştur.

Alimlerin en faziletlileri şöyle demişlerdir: 'Her ictihâd sahibi ecir kazanır'.
Başka bir grup da 'Aynı hususta ictihâd eden iki kişiden mutlaka biri ecir kazanır, diğeri ise yanılır' demişlerdir.
İlim sahiplerinden hiç kimse Hz. Ali'nin yanıldığına hükmetmemiştir.

VIII. Esas: Sahabenin Fazileti
Sahâbe-i kiramın fazileti halifelik tertibine göredir. Çünkü faziletin hakikati, Allah nezdinde olan fazilettir. Allah nezdindeki fazilete ise ancak Hz. Peygamber muttali olur.

Sahâbe-i kiramın tümünü öven birçok ayet ve hadîs vârid olmuştur. Onların arasındaki faziletin inceliklerini ve hangisinin fazilette daha önde olduğu keyfiyetini ancak vahyin inişini ve gelişini müşahede edenler, karşılaştıkları durumların karineleriyle bilirler ve tafsilâtını incelikleriyle çözerler. Eğer sahâbe-i kirâm, 'Fazilet halifelik tertibi üzeredir' kanaatına varmasaydı, halifeleri bu şekilde tertip etmezlerdi. Çünkü sahâbe-i kirâm, Allah yolunda gönül ve hatır gözetmeden yürüyen ve haktan hiçbir şekilde yüz çevirmeyen mübarek insanlardı.

IX. Esas: Hilafetin Şartları
Müslüman ve mükellef olduktan sonra halifede şu beş şart aranır:
1-Erkek olmak
2- Takvâ sahibi olmak
3- İlim sahibi olmak
4- Hilâfeti yürütecek kabiliyette olmak
5- Kureyş soyundan gelmek

Hz. Peygamber İmamlar Kureyş'tendir' buyurmuştur.39
Bu sıfatlara sahip birkaç talip varsa, halkın çoğunluğu tarafından seçilen halife olur. Ekseriyetin görüşüne muhalefet eden bâğî ve âsîdir. Onu hakka çevirmek bütün müslümanlara vâcibdir,

X. Esas: Fitne Korkusu Olduğunda İmam'ın Tayini
Fitneden korkulduğu takdirde, yukarıda zikredilen sıfatların bir kısmına sahip olmasa bile halife seçilen zâtın imamlığı kabul edilir.

Hilâfet makamına talip olan kişide, ilim ve takvâ, kâfi derecede bulunmaz, azledilmesine de güç yetmez ve azledilmeye kalkışıldığında bir fitnenin kopmasından korkulursa, onun imamet ve hilâfetinin doğruluğuna hükmederiz. Aksi takdirde müslümanları, zikrettiğimiz şartların eksikliği sebebiyle doğacak olandan daha büyük bir zarara sokmuş oluruz. Binaenaleyh maslahat, Tâlibde aranılan bazı şartlar yoktur' diye yıkılmaz. Bir saray bina etmek için bir şehri yıkan kimse gibi hareket edilemez. Ülkeyi halifesiz bırakmak ve birtakım şartlardan mahrum olan halifenin hükümlerini fâsid ilân etmek felâketi de sözkonusudur ki bu muhaldir. Halbuki, biz Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat, bâğîlerin elinde bulunan memleketlerde verilen hükümlerin dahi geçerli olduğunu kabul ederiz.

Binaenaleyh zaruret ve ihtiyaç anında, nasıl olur da birtakım sıfatlardan mahrum bir kişinin hilâfet ve imametinin doğruluğuna hükmetmeyiz?

Akaid kaideleri olan kırk esası ihtiva eden dört rükün işte bunlardır. Bu rükünlere inanan, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaattendir ve bid'atçılar güruhundan ayrılır. Allah Teâlâ tevfîki ile bizi doğrultup, hak ve hakikate iletir. O'ndan geniş cömertliği, fazilet ve minnetiyle bize hakkı nasip etmesini; efendimiz Hz. Muhammed'e, âline ve bütün seçkin mü'minlere bol rahmetler niyaz ederiz.




37) Buhârî vc Müslim, (İbn Abbas'tan)
38) Buhârî ve Müslim, (Hz. Âişe'den)
39) Nesâî, (Enes'ten); Hakim, (İbn Ömer'den ve Hz. Ali'den, sahih olarak); Buhârî, Târih