Allah’ın KAPISI

Şeyh Abdulgani Nablusî hazretleri “Miftahü’l-Maiye” isimli eserinde şöyle buyuruyor:

Bir kimse ilahi yolda kendisine kılavuzluk edecek olan mürşidini Cenab-ı Hakk’ın kapılarından bir kapı olarak görmesi lazımdır. Buna “bâbullah” denir. Müritliğin ilk mertebesi bununla başlar.

Fahr-i Kainat s.a.v. Efendimiz hakkında, “Sen babullahsın ya Rasulallah. Kim o kapıya varırsa sen olmadan huzura giremez.” sözü ve “Alimler peygamberlerin vârisidir” sırrıyla arif-i billah, Allah Rasulü s.a.v.’in yeryüzünde ilminin ve marifetinin vârisidir. Bu hakikatin mürşit için de böyle görülmesi gerekir.

Mürit ile mürşit arasındaki münasebette Allah’ın hükmünün ne olduğu sual edilirse: Bir mürit mürşidinden kendine her geleni Allah’tan bilmelidir. Gelen hayır ise Allah’ın hidayeti, gelen şer ise Allah’ın imtihanıdır. Müritliğin, seyr-i sülûkun esası budur.

Bu yüce bir mertebe olup Hz. Ebu Bekir r.a.’ın makamıdır. Peygamber Efendimiz s.a.v.’in yolunda dinî ve imanî hakikatleri öğrenen Hz. Ebu Bekir r.a., Rasul-i Kibriya s.a.v. Efendimiz ahirete intikal edince bazı sahabelerin cezbeye düşmeleri ve bu halin değişik beyanlara sebep olması üzerine şöyle buyurmuştur:

“Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed vefat etmiştir. Kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki Allah diridir ve ölümsüzdür.”

Bu hali bilen Mevlâna Celaleddin Rumi k.s. hazretleri üstadı Şems-i Tebrizî hakkında, “Mürşidim Hakk’ın kapısıdır, çünkü Hakk’a onunla vasıl oldum.” demiştir.

Buradaki asıl mana, mürşit bütün varlığıyla Allah’ın eserinden bir eserdir. Onun kendiliğinden tesir kudreti yoktur. Eğer mürşidin elinden müride kerametten, kemâlattan, hayır duadan, fiilden her ne eser meydana gelirse, Allah’ın dilemesiyle olur.

Yağmur buluttan gelir. Yağmur buluta Mikâil Aleyhisselam’ın emriyle konur. Hangi beldeye ne miktar yağacağını Allah takdir eder. Mikâil Aleyhisselam tren şefi gibi bulutları hareket ettirir. İlâhi dilemeye uygun olarak dünyaya yağmur dağıtır.

Bulut Allah’ın fermanının bir memurudur. Mürşit de bulut mesabesindedir. Bulut gibi Ümmet-i Muhammed’e Rabbanî feyz dağıtır. Birçoklarının düştüğü bir hata olarak, hâlikin Cenab-ı Allah olduğunu idrak etmeden mürşitten himmet istemek bu yola aykırıdır. Yaratan, bir şeyin olmasını dileyen Allah, vesile olan mürşittir.

Bir gün sefere çıkan bir zat Ebul Hasan Harkanî hazretlerine gelerek yoldaki haramilerden zarar görmemeleri için dua etmesini istedi. Harkanî hazretleri: “Beni hatırlayın, ben size yardım ederim” dedi. Dua isteyen dışında bu söze itibar eden olmadı. Kervanı eşkiya sardı, malı talan ettiler. O adamdan başka herkesin malı gitti.

Seferden dönen bu cemaat Harkanî hazretleri’nin huzuruna geldi. Durumu anlatıp sırrını sordular. Mübarek zat şöyle buyurdu: “Günahkâr ağızdan, asi ve fasık gönülden çıkan dua semaya yükselmez. Siz Allah’a dua ettiniz fakat bu yüzden kabul olmadı. Bu zat bana iltica etti. Ben de onun için dua ettim. Rabbim benim duamı kabul etti. Bu yüzden haramiler ona dokunmadı.”

Mesele günahkâr olan ağızla itaatkâr olan kalbin meselesidir. Yoksa Allah’ın işine ortak olmak ya da karışmak yoktur.

Mehmet ILDIRAR / SEMERKAND DERGİSİ


Konular