sevgi, ümit ve merhame

Fethullah Gülen'in aksiyonun ana malzemeleri içinde sevgi, merhamet ve ümidin aynı bir yeri vardır.

Fethullah Gülen'e göre sevgi, insanoğlunu varlığa uyaran ilk nağme ve içinde sallandığı ilk beşik olup, geleceğin aydınlık ve mesut dünyalarını ancak muhabbetle şahlanmış sevgi kahramanları kuracaktır: "dudaklarında muhabbetten tebessüm, gönülleri sevgiyle harman, bakışları insanî duygularla buğu buğu; herkese ve her şeye şefkatle gamze çakan; doğup-batan güneşlerden, yanıp-sönen yıldızlardan hep muhabbet mesajları alan sevgi kahramanları". (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 192)

Gülen için sevgi, dünyaya gelen her varlıkta en esaslı bir unsur, en parlak bir nur, en büyük bir kuvvettir ve bu kuvvetin yeryüzünde yenemeyeceği hiçbir hasım yoktur. Sevgi, evvelâ bütünleşebildiği her ruhu yükseltir ve ötelere hazırlar. Sonra da bu ruhlar, sonsuzluk adına doyup duydukları şeyleri bütün gönüllere hakim kılma yoluna girerler. Bu yolda ölür ölür dirilir; ölürken "sevgi" der ölür, dirilirken de sevgi soluklarıyla dirilirler.

Gülen, "sevmeyen ruhların olgunlaşıp insanî semalara yükselmelerine imkân yoktur" der. Ona göre, böyleleri yüzlerce sene yaşasalar dahi olgunluk adına bir çuvaldız boyu yol alamazlar. Sevgiden mahrum sineler, bir türlü egonun karanlık labirentlerinden kurtulamadıkları için, kimseyi sevemez, sevgiyi sezemez ve varlığın sinesindeki muhabbetten habersiz olarak kahrolur giderler. (Yitirilmiş Cennet'e Doğru, 96)

Fethullah Gülen'e göre, sevgiyi sevip düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en ayırt edici vasfıdır. Herkesten nefret ise, ya gönlü şeytana kaptırmışlık veya bir cinnet eseridir. O, "Sen insanı sev, insanlığa hayran ol" der. (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 101)

Gülen, kâinatın mayası ve ona hakim sevginin tezahürleri konusunda şu renkli tasvirlerde bulunur:

Güneşin çehresinde sevginin izleri vardır. Sular buhar buhar o sevgiye doğru yükselir; yukarılarda damlalaşan su habbecikleri, o sevginin kanatlarıyla kanatlanır ve nâralar atarak başaşağı toprağın bağrına inerler. Güller, çiçekler sevgiyle gerilir ve gelip geçenlere tebessümler yağdırırlar. Yaprakların bağrına taht kuran jaleler, durmadan çevrelerine sevgi dolu gamzeler çakar ve sevgiyle raksederler. Koyun, kuzu sevgiyle meleşir ve birleşir; kuşlar ve kuşcuklar sevgiyle cıvıldaşırlar ve sevgi koroları teşkil ederler. Her varlık, kâinattaki yeri itibarıyla bu geniş sevginin bir yanını, parlak bir senfonizma ile seslendirmekde, iradî ve gayr-i iradî, varlığın sînesindeki derin aşk ve muhabbeti göstermeye çalışmaktadır. Sevgi, insan ruhunda öyle derin izler bırakır ki, o uğurda yurt-yuva terkedilir, icabında ocaklar söner ve her vadide ayrı bir mecnun "Leylâ!" der inler. Ruhundaki sevgiyi kavrayamamış sığ gönüller ise bu işe delilik derler..! (Yitirilmiş Cennet'e Doğru, 96-7)

Fethullah Gülen, iman, düşünce ve aksiyon hayatında en çok önem verdiği hususlardan biri olan diğergamlığın, yani başkaları için yaşamanın kaynağı olarak da sevgiyi görür. İnsanlar arasında bu sevgiden en çok hisse alanlar en büyük kahramanlardır: içlerindeki kinleri, nefretleri söküp atmaya muvaffak olmuş en büyük kahramanlar... Ölüm bu kahramanların soluklarını kesemez. Hazan onların çiçeklerini solduramaz. Aslında her gün iç dünyalarında ayrı bir sevgi meşalesi tutuşturup, kalblerini sevginin, mürüvvetin fideliği ve bahçesi hâline getiren ve duygu dünyalarında açtıkları yollar ve tünellerle bütün gönüllere girmesini bilen bu çalımlı ruhlar, öyle yüksek bir divandan "ebed-müddet" yaşama hakkını almışlardır ki, değil ölüm ve fânilik, kıyametler dahi onların çiçeklerini solduramaz ve kadehlerini deviremez. (Yitirilmiş Cennet'e Doğru, 96-7)

Gülen'in hem İslâm anlayışında, hem de aksiyonunda merhamet ve ümidin de çok önemli yeleri vardır. "Sonbaharda dalından bir yaprağın düştüğünü görsem, kolum kopmuş gibi acı duyarım" diyen, bunun için odasındaki çiçeklerin solmasına, kurumasına ve yapraklarını dökmesine asla tahammül edemeyip, odasında bu duruma gelmiş çiçek bulundurmayan, karınca gibi bir hayvanın bile ayak altında kalıp ölmesine tahammül edemeyen Fethullah Gülen'e göre, gökler ötesinden gelen merhamet mesajlarıyla yer düzene kavuşmuş, sema tesviye görmüştür. Makro-âlemden mikroâleme kadar her şey, hayranlık uyaran bu âhenge ve çelik çavak işleyişe merhamet sayesinde ermiştir. Bu hareket ve işleyişte her şeyin, ebedî var oluşta kazanacağı hâl ve alacağı durumun provası yapılmaktadır. Ve bütün varlıklar, bu istikamette bir çırpınış içindedir. Her çırpınışta nizam ve intizam nümayan (görünmekte), her sıçrayışta merhamet şûle-feşândır (parlamaktadır).

Bu âlemde her şey, ama her şey, merhamet düşünür, merhamet konuşur ve merhamet vadeder. Bu itibarladır ki, kâinata, bir merhamet senfonizması nazarıyla bakılabilir. Ayrı ayrı ses ve soluklar, tek ve çift bütün nağmeler, öyle bir ritim içinde akıp akıp gider ki, bunu görmemek ve anlamamak kabil değildir.

Gülen, bunları söyledikten sonra, kâinattaki bütün merhamet ve şefkatlerin oluşturduğu esrarlı koroya hükmeden, her şeyi çepeçevre sarmış en geniş ve nihayetsiz rahmeti, yani Hakk'ın rahmetini sezip hissedemeyenleri talihsiz ruhlar olarak niteler ve şöyle der:

Bütün bu olup bitenler karşısında insan, şuur ve iradesiyle, idrak ve düşüncesiyle "konsantre" olarak bu engin rahmeti kavrama ve soluklarıyla ona kendi nağmesini katma sorumluluğu altındadır. İçinde yaşadığı topluma, insanlığa, hattâ bütün canlılara, bir insanlık borcu olarak merhamet etme mükellefiyetindedir. O, bu yolda merhamet ettiği nisbette yücelir; gadre, zulme, insafsızlığa düştüğü ölçüde de horlaşır, hakirleşir ve insanlığın yüzkarası olur. Bir bâğiye (kötü yola düşmüş kadın), susuzluktan kıvranan zavallı bir köpeğe merhamet edip su içirdiği için cennetlere yükseldiğini ve evindeki kediyi, aç bırakıp, ölümüne sebebiyet veren bir başkasının ise, yıkılıp Tamu'ya gittiğini, en doğru sözlüden işitiyoruz. (Sızıntı, Kasım 1980)

Gülen için ümit ise, her şeyden evvel bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nisbetindedir. Bu itibarladır ki, sağlam inanç mahsulü çok şeyler, bazılarınca harika zannedilmektedir. Aslında ümit, azim ve kararlılık, iman dolu bir kalbe girince, beşerî normaller aşılmış olur. Bu seviyede gönül hayatına sahip olamayanlar ise, bunu fevkalâdeden sayarlar. Hele insan, inanacağı şeyi iyi seçebilmiş ve ona gönül vermişse, artık onun ruh dünyasında, ümitsizlik, karamsarlık ve bedbinlikden asla söz edilemez.

Fethullah Gülen'e göre ümit, insanın kendi ruhunu keşfetmesi ve ondaki iktidarı sezmesinden ibarettdir. Bu sezişle insan, kâinatlar ötesi Kudreti Sonsuz'la münasebete geçer ve onunla her şeye yetebilecek bir güç ve kuvvete ulaşır. Bu sayede zerre güneş, damla derya, parça bütün ve ruh kâinatın bir soluğu haline gelir. 'Solmayan renge, sönmeyen ışığa, batmayan güneşe' dilbeste olan bir ruhtur ki, gecesi sabah aydınlığında, gündüzü Cennet bahçeleri gibi rengârenktir. Böylelerinin karanlık bilmeyen ufuklarında güneşler kol gezer ve değişen mevsimler, farklı manzaraların büyüleyici meşherleri gibi birbirini takip eder durur. Veyahut her biri bir ulu ağaç gibi, semaya doğru ser çekmiş ve kök kök üstüne zeminin derinliklerine inmiştir ki, ne karın, dolunun şiddeti, ne de tipinin, boranın yakıp kavuruculuğu onları müteessir etmez. Sonsuza bağlanmış ve ümitle dolu bu gönüller, bahar demez yaz demez; hazan demez, kış demez, kucak kucak meyvelerle gelir ve o görkemli kametten bekleneni yerine getirirler (Çağ ve Nesil, 1-3).

Hoşgörü ve Af

"İyileri iyilikleriyle alkışlama, inanmış gönüllere mürüvvetli olma, inkârcılara yumuşak yaklaşıp, kinlerini ve nefretlerini eritme ve Mesih gibi diriltici soluklara sahip olma" manâsında hoşgörü ve müsamaha, Gülen'in terminolojisinde ayrı bir derinliğe sahiptir. Ayrıca, kötülükleri iyilikle savma, görgüsüzce muamelelere aldırış etmeme, töre-bilmezlere karşı âlicenap olma da, müsamaha veya hoşgörünün diğer şartları veya boyutlarıdır (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 101).

Gülen, aksiyon insanının müsamaha veya hoşgörüsünü anlatırken, şu çok çarpıcı ifadeleri kullanır:

1) Aç herkese, açabildiğin kadar sineni, ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana sevgi duy; kalmasın alâka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül..!

2) İyileri iyilikleriyle alkışla; inanmış gönüllere mürüvvetli ol; münkirlere öyle yumuşak yanaş ki, kinleri, nefretleri eriyip gitsin ve sen, soluklarında daima Mesih ol..!

3) Yolların en renklisinde ve beyanların en çarpıcısıyla, göklerle alışverişinde bir Yüce Rehber'in arkasında olduğunu unutma! Unutma ve bu hususların bir tekine bile sahip bulunmayanları düşünüp insaflı ol.!

4) Kötülükleri iyilikle sav; görgüsüzce muamelelere aldırış etme! Herkes, davranışlarıyla karakterini aksettirir. Sen, müsamaha yolunu seç ve töre-bilmezlere karşı âlicenap ol..!

5) Sevgiyi sevip düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en mümeyyiz (ayırt edici) vasfıdır. Herkesten nefret ise, ya gönlü şeytana kaptırmışlık veya bir cinnet eseridir. Sen insanı sev; insanlığa hayran ol..!

6) Sakınıp bir kere dahi olsa, nefsin hakemliğine düşmemelisin; zira ona göre, senden başka herkes mücrim, her fert de talihsizdir. Bu ise, en doğru sözlünün beyanında şahsın helâki demektir. Sen, nefsine karşı oldukça sert, başkalarına karşı da yumuşaklardan yumuşak ol..!

7) Hakk'ın sana karşı muamelesini ölçü kabul edip, halka karşı öyle davranmalısın. O zaman, halk içinde Hakk'la beraber olur, her iki yalnızlığın vahşetlerinden de kurtulursun...

8) Yaratıcı'nın nazarında ne olduğunu, gönlünde O'na ayırdığın yer ile, halk katındaki mevkiini de, onlara karşı olan tavırlarınla tartıp değerlendirebilirsin. Hakk'dan bir lâhza gafil olma! Ve, "insanlar içinde insanlardan bir insan ol..!"

9) Hasılı, insanlar içinde sevgi ve itibarını korumak için, Hakk için sev! Hakk için nefret et! Ve, gönlü Hakk'a açık bir insan ol..! (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 101-102)

Gülen, her zaman düşüp günaha girme istidadındaki insanın en büyk arzu ve beklentisinin af ve hoşgörü olduğunu söyler. Ona göre, af dileme, af bekleme ve kaçırılan fırsatlar için inleme, bir idrak ve şuur işi olması itibariyle nasıl kıymetli ise, affetme de o kadar, hattâ ondan da ileri bir yücelik ve fazilet işidir. Affediliş, bir tamir, bir öze dönüş ve yeniden kendini buluş demektir. Bundan ötürüdür ki, Rahmeti Sonsuz'un katında en sevimli davranış, bu dönüş ve arayış hafakanları içinde sürdürülmüş olandır.

Affedenler, affa mazhar olur. Bağışlamasını bilmeyen bağışlanmaz. İnsanlara karşı müsamaha yolunu tıkayanlar, insanlığını yitirmiş canavarlardır. Bir kere olsun, kendi günahının muhasebesiyle iki büklüm olmamış bu hoyratlar, hiçbir zaman affedicilikteki yüce zevki idrak edemeyeceklerdir. Hz. Mesih (as), taşlanmaya götürülen bir mücrim karşısında, eli taşlı kalabalıklara şöyle seslenmişti: "İlk taşı, hiç günahı olmayan birisi atsın!" Bu bağlayıcı ifadedeki inceliği anlayan hangi fert, taşlanacak başı varken, başkasını taşlamaya yeltenir? Keşke, hayatını başkalarının hayat muhasebesinde tüketen günümüzün talihsizleri bunu anlayabilselerdi..! (Sızıntı, Mart 1980)


Konular