ONLAR BİR ELBİSE SİZİN İÇİN SİZ BİR ELBİSE ONLAR İÇİN

İnsanoğlu, farklı tarih, kültür ve coğrafyalarda toplumu nasıl yönetti? Kime hangi yetkileri verdi, kimden hangi yetkileri aldı? İnsanoğlu para ve sermaye konusuna nasıl baktı? Para ve sermayenin cazibesine nasıl kapıldı veya bu cazibe ve parıltıdan nasıl kurtuldu? Hangi dine ve döneme ait olursa olsun insanoğlunun gündeminden hiç düşmeyen sorulardan biri de kadınla ilgilidir. İster anaerkil ya da babaerkil, ister mâderşâhî ya da pederşâhî olsun kadın-erkek arasında sürekli bir tartışma vardır.









İster Konfuçyanizm ve Budizm gibi uzakdoğu dinlerine, ister Yahudilik, Hristiyanlık gibi İbrahimî dinlere bakalım, bu konu ile ilgili “renkli” bir literatür bizi karşılar. Hepsini bir tarafa koyarak Hristiyanlığa gelelim. “İlk günah”tan Havva’yı mesul tutan bu anlayış kadından nefret eden bir noktaya ulaşmış, cinsi ilişki olmadan Hz. İsâ’yı doğuran Meryem idealize edilmiş, giderek “Kutsal Bakireler Kurum”u ihda edilmiştir. Aynı zihniyetin evliliğe karşı takındığı tavır Katolik Kilisesi’nin nikah duasına şöyle aksetmiştir: “Günahla düşmüşüm annemin karnına. Günah işlemiş annem bana gebe kalırken.” İslam dünyasında da farklı uygulamalara örnek bulmak zor değildir. Hz. Peygamber devrinde tabiî-fıtrî bir çizgi takip eden kadın-erkek ilişkileri, kısa bir süre sonra farklı gerekçelerle değişik yorumlara konu olmuştur. Bazı yöneticiler, siyasî, ahlâkî, idârî konularda ortaya çıkan zaaflarını örtbas etmek için “günah keçisi” olarak kadını görmüştür.









Onu evin dört duvarı arasına hapsetme temayülleri zaman zaman yanlış anlayışlara zemin hazırlamıştır. Yöneticilerin arzularına uygun fetva vermede mâhir olan ilmiye mensupları da bunun motor gücü olmuştur. Artık kadın sosyal hayat bir tarafa camiye çıkamaz, cemaatle namaz kılamaz, sohbet dinleyemez hale geldi. Gittikçe kan kaybetti. Batı dünyası XII. Asırdan itibaren kadınları çeşitli bahanelerle yakmak veya suda boğmakla çılgınlığa imza atarken ellerindeki Kutsal Kitap’ta şunlar yazılıydı: “Çılgınca eğlencelere ve sarhoşluğa, cinsel ahlaksızlığa ve sefahate, çekişmeye ve kıskançlığa kapılmayalım.” (Romalılar, 13) İki milyarlık nüfusuyla Hristiyanlık alemi cinsel çılgınlığın, sarhoşluk ve ahlaksızlığın merkez üssü görevini ne acıdır ki bugün de sürdürüyor. Daha çok kazanmanın şehvetiyle çılgına dönen kapitalist dünya, kadını olanca gücüyle istismar etmekte, bedenini reklam için kullanırken, beynini de “tüketim mabedi”ne dönüşen büyük mağazalara göre dizayn etmektedir. Sadece yediği ve giydiğini bilen, bunların dışında moral değerlerden uzaklaştırılan kadına eğlencelik ve müsekkin olarak da “feminizm” ilacını sunan günümüz insanını bu materyalizm ve ateizm çukurundan kurtarmadıkça kadın da erkek de olgun insan olmanın lezzetini tadamayacaktır. Tabiî ve coğrafî şartlara göre örtünen müslüman kadınların bir kısmı da bu kapitalist şablona göre yaşamayı tercih etmektedir.










Bir müslüman kadında bulunması gereken vakar ve ciddiyetten uzak, sade ve gösterişsiz kıyafet yerine “defile” piyasasıyla kıran kırana mücadele eden bir anlayışın ne kadarı bize ait olabilir? Kalbî derinlik yerine şeklî sathîliklere prim veren bir anlayışın ne kadarı bize ait olabilir? Anneliğe yakışan muhabbetin yerine dişiliğe yakışan şatafatı öne çıkaran bir zihniyetin ne kadarı bize ait olabilir? Kadın konusunda bilinmesi gereken ilk husus şudur: Tabiî olan yollar kapatıldıktan sonra gayr-i tabiî yollar açılır. Doğru olan yollar şu veya bu gerekçe ile kapatılırsa yanlış yollar açılır. Evliliği hakir gören Hristiyanlığın homoseksüalite ile tanışmaması mümkün değildir.

İslam toplumunda türbe ziyaretçilerine bakınız! Büyük çoğunluğu kadındır. Çünkü camiye o rahatlık ve serbestlikte giremiyor. Toplu ritüellere katılamıyor. Bu ihtiyacını türbe ziyaretleriyle orada icra edilen ritüellerle gidermeye çalışıyor. Modernizm ve feminizmin değil, İslam’ın aradığı kadın “tip”ini bulmamız gerekiyor. Kadını görünce yüzünü çeviren bir anlayışla, kadını görünce şapur-şupur öpen bir zihniyetle bunu bulmak mümkün görünmüyor. Moda ve reklam şirketlerinin değil Hz. Aişe’nin aradığı kadın tipini bulmamız gerekiyor.









Bedenini örterek ruhunu aç bırakanlarla, göbeğini açarak gönlünü susuz bırakanlarla bunu bulmak mümkün görünmüyor. Bir diğer ifade ile her şeyi mübah gören bir anlayışla hiçbir şeyi mübah görmeyen bir anlayışı terketmek gerekiyor. Gönül dünyamızı güzelleştiremediğimiz, secdelerimizi derinleştiremediğimiz, tebessümlerimizi sahileştiremediğimiz müddetçe yapıp ettiklerimiz büyük şirketleri daha çok zengin etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Osmanlı hanedanına mensup olup divan sahibi tek kadın şair Âdile Sultan’ın (öl. 1899) mısralarıyla sözü bağlayalım: Ne söylersin o beyhude kelâmı dinlemem sufî Mürid-i hâs olup ehl-i riyadan değilim sufî Çu biz rûz-i ezel ikrarımız ol dosta verdik Ebed ol kavle durduk ahdi bozar değilim sufî Gezer Leylâ diye sahraları Mecnun olup uryan O noksan akl ile ben gâfil-i canân değilim sufî Eğerçi ehl-i dile göre kâmil de değilsem de Yine ol cehl-i hodbin gibi de değilim sufî Şikayet cer-i dilberden kadimi resmdir amma Hakikatte cefa ehli vefa erbabıyım sufî Tenezzül gayra etmem kârımız Hak iledir her dem Bu yolda zümre-i merdândan ayrı değilim sufî Rızadır çaresi aşkın görünmez ibtilası hiç Sabırdır Âdil’e derman çekeriz kaydı ey sufî


Konular