ÖZGÜRLÜK VE CAZGIRLIK

Hürriyet mânâsına eş olarak kullanılan özgürlük kelimesi, ilmî ehliyetten ve samimiyetten uzak bazı kimseler tarafından sulandırılarak "Hiçbr engel ve sınır tanımadan, dilediği şekilde hareket etme alışkanlığı" anlamında kullanılmaktadır. Bu sakat idrâkin sahipleri, hevâ ve heveslerine uygun hareket etmeyi, bu sakim anlayış ve anlatış içinde makul olarak göstermeye uğraşmakta ve bu tarz harekete "Özgürlük" adını vermektedirler.

İdrak ve tatbikatta karışıklığa sebep olmaması için, özgürlüğü iki kısma ayırmak istiyoruz. Şöyle ki: Dinimizin icaplarını hiçbir tazyik ve tâ'kibe mâruz kalmadan yapabilmeye, ibadetlerini zamanında ifâ edebilmeye, zekâtını ve kurbanının derisini istediği yere veya kimseye verebilmeye, faydalı ilimleri öğrenip öğretmeye, insanlığın hayrına olacak faaliyetlerde bulunmaya "Hürriyet-i vicdaniye"; İslâm dinine ters düşen, inançlarımıza zarar veren, meşruluk sınırlarını aşan ve insanı behimî heveslere esir eden inkârcılıklara ve nefse kölelik seviyesine indiren serbestlik anlayışına "Hürriyet-i nefsâniye" adı verilmektedir.

Özgürlük, haddi zâtında, insan ruhunun meyl ettiği efsûnkâr bir mefhumdur. Onun değerini aşındırmamak için, İslâm ölçülerini zorlayan bir mânâda kullanmaktan sakınmalıdır. Aksi hâlde, çocuğun eline teslim edilmiş bir silâh gibi, büyük zararlara sebep olabilir. Özgürlük fikrinin bikrine zarar vermemek için onu şöyle tarif edebiliriz: "Dinî ölçülerin çerçevesi dışına taşmadan, günaha bulaşmadan ve başkalarının hürriyet hududunu çiğnemeden meşrû ve akla uygun bir biçimde hareket etme serbestisi".

Hakikatlere sırt çevirip de gönlünce yaşama hevesine "özgürlük" adını vermek, Behimî bir yaşayışa özenmek olur. Bahsi geçen kelimeyi tetkik pertevinden incelediğimiz zaman, görülmektedir ki koyun, sığır, at ve benzeri hayvanların yetiştirilmesi için faaliyet gösteren "hara"larda, piyasa değeri çok yüksek cins hayvanlara bile, bu kimselerin istediği mânâda bir hürriyet tanınmış değildir. İlmin icapları nazar-ı dikkate alındığı zaman, gerek yeme içme ihtiyaçlarında, gerekse cinsi temâyüllerinde belirli sınırlamaların ve zaman tesbitinin yapıldığını gör-mekte ve bu uygulamaları ilmin icabı olarak kabul etmekteyiz. Hiçbir kimse bu tasarrufları, "özgürlüğü kısıtlama" olarak değerlendirmeye karışmamaktadır.

İlme, ahlâkî faziletlere sırt çeviren ve samimiyetten yoksun şahıslar, özgürlük kelimesinin arkasına gizlenerek, bazı kimseleri doğru yoldan ayırmak ve "nefs"e köle hâline getirmek istemektedirler. Allayıp pullayarak yaldızladıkları özgürlük lâfları ile, akıl ve edep hudutlarının haricine çıkardıkları fertleri, utanma duygusundan soymaya ve perişan bir hâle koymaya çalışmaktadırlar.

Balıkları "olta" da idama teşebbüs eden avcıların mûtadı, kullandıkları âletin çengelli kısmını "yem" adını verdikleri şey ile örtmektir. Zavallı balık, onu yutmaya heveslendiği zaman, kendini tavada veya ızgarada bulur. Milletleri yutmada ve sömürmede obur bir iştihâya sahip bulunan kişilerin oyununa gelmek istemeyen aklı selim sahipleri, özgürlük kelimesi içine gizlenerek sunulan zararlı fikirleri benimsemeye cür'et göstermemelidir. Zira nefsin arzuladığı mânâda bir özgürlük, esaret-i küllîdir.

Şehevî arzuları istikametinde hareket eden ve bu hususta hiçbir engel tanımayan kimseler, kendi yaptıklarını tabiî gördükleri için, yetiştirdikleri çocuklara da geniş bir musâmaha (!) tanıdıklarını hiç çekinmeden dile getirmektedirler. Kızının yabancı erkeklerle (onun dili ile erkek arkadaşları ile) gezip tozmasına rıza gösterdiğini ve bundan hiçbir fenalık geleceğini düşünmediğini söyleyen bir bayan, kendi gözü önünde yapamayacakları rezaleti icra edebilmeleri için onlara zemin ve zaman tanımış olduğunu dile getirdiğinin hiç farkında mıdır? Onun dü-şüncesi, akl-ı selimin ürünü değil, "Fuhuş felsefesidir.

Sokratın tilmizlerinden bulunan Aristip, üstadının fikir yörüngesinden ayrılmış ve "Fazilet zevktir" diyerek nefse dayalı bir özgürlük anlayışını, felsefî görüşünün mihrakı hâline getirmiştir. Bu nokta-i hareketten yola çıkan Aristip, aradığı zevki nerede veya kimde buldu ise faydalanmaktan çekinmemiştir. Akıl adına açtığı çığırda aklın almayacağı çirkin işleri yaparak yaşamış ve kendisinin ölümünden sonra onun anlayışını kızı yürütmüştür.

Dimâğı ile nefsi arasında tercih yapmada sıkıntı çeken insanlarımıza yapılacak en hâlisâne tavsiye, aşırı bir özgürlük hevesine kapılıp da mânevî değerleri fedâ etmeye cür'et göstermemek olmalıdır. Zira hasmâne bir fikir taşıyanlar, düşmanına içireceği zehri, kristal bardaklarda sunarlar. Onların gayeleri, yaldızlı sözlerle, insanlığı doğru yoldan saptırmak ve kendilerine benzetip şeytanın oyuncağı hâline getirmektir.

Akdeniz'i "Türk Gölü" hâline getiren ecdâdımızın kurduğu devlet ebed müebbed'i parçalamak isteyen dış mihraklar, Osmanlı imparatorluğunun şemsiyesi altında toplanan tebeanın müslüman olanlarını, ırk taassubu ve "özgürlük" telkinleriyle; gayr-i müslimleri, "müstakil devlet" fikri ile ifsada çalıştılar ve -maalesef- muvaffak da oldular. Bu acı sonucu, onların muvaffakiyeti şeklinde değil, bizim gafletimiz olarak kabul etmek daha doğru olur. Çünkü sarmaşık, sırık bulmadıkça yükselemez.

Bu işin şarlatanlığını yapan suflörler, oynatmak istedikleri trajediyi, bu defa başka bir biçimde ve vatanımızın içinde sahneye koyma gayretindedirler. Mezbûhâne bir çırpınışla ve "Âzâdi" kelimesinin evveline ekledikleri ırk isimleri ile, esasen hür olan insanlara "özgürlük" vaad et-me cazgırlığını yapmaktadırlar. "Parçala hâkim ol" parolası ile ve muannit bir şekilde bu dramı vatanımızın üstünde oynamak isteğindedirler.

Hazırlanan tuzağın vehâmetini Basra harap olmadan gösterme zarureti vardır. El, ayak ve diğer uzuvlar, gövdeye bağlı olduğu için, esir değil, "vezir"dir. Onu tutsak gibi gösterip zararlı telkinlerde bulunan "rezil"in sözüne aldanan ve bünyeden kopan bîr uzuv, meflûç ve mağlup olur. Bu işin cazgırlığını yapan hıyânet erbabının oyununa gelmemek, şuuru olanların şiârı olmalıdır.

Suyun özgürlüğü, kanalın içinde akma şeklinde olmalıdır. Bendini yıkıp etrafa yayılan bir nehir, hem zarar vermiş hem de zarar görmüş olur. Toplumun taşkınlığı, şaşkınlığa yol açar. Ne yaptığını bilmeyen güçleri, "özgürlük" telkini ile yollara dökmek, aziz milletimizin hayrına bir tek nefes olsun solumayan düşmanların tuzaklarından biri olmaktadır. Bir delikten iki defa ısırılmayacak kadar uyanık olması gereken müslüman ve basiretli vatan evlâdının oyuna gelmemesi ve gaflete düşmemesi lâzımdır.

"islâm'dan ve mânevî değerlerden uzaklaşmak" mânâsındaki bir hürriyetin hiçbir zaman talibi olmamalıyız. Hürriyetsiz kalmayı ne kadar istemiyorsak, dînden soyulmuş ve soytarılaştırılmış bir özgürlüğün pazarlandığı borsanın müşterisi değiliz. Özgürlük, İslâm'ın ayrılmaz bir lâzımıdır. İkisini bir arada istiyor; İslâm'ı vücut, hürriyeti de onun libası kabul ediyoruz.
Kâmil mânâda ve her türlü zarardan uzak bîr özgürlüğün hazzını tatmak, ancak İslâm'a teslim olmakla mümkün olabilir. Fikirlerin fâtihi ve insanlığın yegâne önderi bulunan Peygamberimiz Hz, Muhammed (s.a.v.), Hirakl'e yazdığı İslâm'a davet mektubunda "Müslüman ol, selâmeti bul" buyurmuştur. Çünkü Allah'a kulluktan uzaklaşan, ya bir putun esiri, ya birkaç pulun kölesi veya nefs-i emmâre'nin tutsağı haline gelir. Ne güzel ifade etmişler:

Rabbe kul olmakta buldum cevheri hürriyeti,
Kendi ihtiyarımla esâret geldi kendimden bana!

1 yorum

ÖZGÜRLÜK

özgürlük= ÖZ ün GÜR leşmesidir demişti bir arkadaş.çok hoşuma gitmişti bu tarif.ÖZ e dönüş,kul olmaya,Allah a şüphesiz ve tereddütsüz teslimiyete.......

01.11.2006 - teslimiyet