"TEBÜK'TE BİR DOĞRULUK DESTANI"

Rabbimiz! Bizleri muhafaza buyur, buyur ki Sen biricik koruyucumuzsun.. dünyanın bütün kötülüklerinden, bizim için ar vesilesi olabilecek durumlardan ve ahiret azabından koru.. koru ki, Sen bizim korkup endişe ettiğimiz şeylerin üstesinden gelebilecek kadar büyük ve ulusun!. Ey Rabbimiz! Ancak Senin inayetinle bozguncuların şerlerini defedebiliriz. Kötü kimselerin fenalıklarından sığınabileceğimiz Senin kapından başka kapı da yoktur
"Mazeret döktürme" tabiri, bir kusur, kabahat ya da suç için mücbir sebepler ileri sürmeyi ve onun hoşgörülmesi maksadıyla bahaneler sayıp dökmeyi ifade etmektedir.

TEBÜK'TE BİR DOĞRULUK DESTANI"

Bazı kimseler, hatalarını kabul etmeye bir türlü yanaşmazlar; ya atf-ı cürümlerde bulunur, başkalarını suçlarlar ya da zorlayıcı sebepler ve olmadık bahaneler sıralayarak işin içinden sıyrılmaya çalışırlar.

İşte, bu meselede mü'min ile münafığın birbirinden nasıl ayrıldığını -bir turnusol kağıdı gibi- gösteren en güzel misallerden biri Tebük Seferi olmuştur.

Bilindiği üzere; Tebük Seferi, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in Şam'da toplanan kırkbin kişilik Bizans ordusuna karşı yapmış olduğu askerî harekettir. Bu hareket, Arap yarımadasının kuzeyinde, Medine ile Şam'ın ortasında bulunan, suyu ve hurmalığı bol bir yer olan Tebük'e kadar uzanıp orada sona erdiği için bu adı almıştır. Ciddî bir savaş hazırlığı içinde gidilip de, savaş olmadan geriye dönülen Tebük Seferi'nde, o zamana kadarki en güçlü ve düzenli İslâm ordusu techiz edilmiş; Bizans'a karşı sindirme harekâtı ve savaş tatbikatı yapılmış ve neticesi itibarıyla askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer kazanılarak geri dönülmüştür.

Münafıklardan yaklaşık seksen tanesi Tebük Seferi'ne katılmamak için Resûl-i Ekrem'e bir sürü bahane saymış ve izin istemişlerdi. Onlardan bazıları da, ganimet devşirmek ümidiyle orduya katılmış ama yol boyunca bozgunculuk yapmaktan bir an dûr olmamışlardı.

Mü'min olduğu halde küçük bir ihmalden dolayı geride kalıp İslam ordusundan ayrı düşenler de mevcuttu. Kâ'b b. Mâlik, Mürare b. Rebî' ve Hilâl b. Ümeyye bunlardandı.

Kâ'b b. Mâlik'in hicranı

Kâ'b b. Mâlik, Akabe'de İnsanlığın İftihar Tablosu'na bey'at etmiş, kılıcı kadar sözü, sözü kadar da kılıcı keskin bir insandı. Şiirleriyle hasımların moral dünyalarını alt-üst edebilecek kadar söz üstadıydı. Fakat her türlü imkâna sahip olduğu ve bir özrü de bulunmadığı halde Tebük Seferi'ne katılmamıştı. İşte, bu büyük sahabînin sefer esnasında ve sonrasında yaşadıkları, duygu ve düşünceleri, tavır ve davranışları mevzumuza çok güzel bir misaldir. Fakat, bu hazin hikaye, o yüce kâmeti sorgulama manasına da gelebileceğinden dolayı, hadisenin mevzuyla alakalı kısmını, Kâ'b b. Mâlik hazretlerinin kendi dilinden aktarmak daha doğru olsa gerektir. En muteber kaynaklarda nakledilen hadis-i şeriflere göre; Hazreti Kâ'b serencamesini şöyle anlatmıştır:

"Ben hiçbir zaman, katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi'nden önce iki deveyi bir araya hiç getirememiştim; fakat bu sefere çıkılacağı esnada, iki tane binek devesine birden sahiptim.

Aslında, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemezdi, bir başka yere gittiği sanılırdı. Ne var ki, bu gazve sıcak bir mevsimde, uzak bir yere yapılacağı ve kalabalık bir düşmanla karşı karşıya gelineceği için Resûl-i Ekrem hedefi açıkça söylemiş; iyice hazırlanabilmeleri için Müslümanlara nereye gideceklerini haber vermişti.

Müslümanlar savaş hazırlığına başladıklarında, ben de onlarla beraber harp ihtiyaçlarını tedarik etmek için evden çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime de "Canım hazırlık da ne ki, dilersem çabucak hazırlanabilirim!" diyordum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Efendimiz ile yanındaki Müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben hâlâ hiçbir hazırlık yapmamıştım. Bu maksatla bir süre daha çarşı-pazara gidip geldim; sabah evden çıktım, ama hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Bu hal de böyle sürüp gitti. Savaş henüz başlamamıştı, ama mücâhidler bir hayli mesafe almışlardı. "Yola çıkıp onlara yetişeyim" dedim, keşke öyle yapsaymışım; heyhat, bu da bana nasip olmadı.

Onlar Medine'den ayrıldıktan sonra, halkın arasına çıktığım zaman gördüğüm bir manzara beni çok üzüyordu: Savaşa gitmeyip geride kalanlar ya münafıklık damgası yemiş kimselerdi veya zayıflıkları sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın mazur addettiği özürlü mü'minlerdi.

Resûlullah'ın (aleyhi ekmelüttehaya vetteslimat) Tebük'ten Medine'ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Bir aralık bir yalan uydurmayı düşündüm. Kendi kendime "Ne söylesem ki yarın Allah Resûlü'nü darıltıp gücendirmekten ve O'nun tarafından cezalandırılmaktan kurtulsam?" dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerin fikirlerine de müracaat ettim. Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki saçma sapan düşünceler dağılıp gitti. İyice anladım ki, yalana başvurmakla asla kurtulamam... Her şeyi dosdoğru söylemeye karar verdim.

Derken Nebiler Serveri bir sabah Medine'ye geldi. O, bir seferden dönerken önce Mescid-i Nebevî'ye girerek iki rek'at namaz kılar, sonra halkın arasına çıkıp otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna koştular; neden savaşa gidemediklerine dair mazeretlerini yemin billah ederek bir bir anlatmaya başladılar. Bu kimselerin sayısı seksenden fazlaydı. Peygamber Efendimiz onların ileri sürdüğü mazeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ'dan bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O'na bıraktı.

Sonunda ben de huzura girdim. Selâm verdiğim zaman Allah Resûlü acı acı gülümsedi ve "Gel!" dedi. Yaklaştım ve önüne oturdum. Bana, "Niçin savaşa katılmadın? Sen Akabe'de bîat edip söz vermemiş miydin; hem sefer için binek hayvanı satın almamış mıydın?" diye sordu. Ben şu cevabı verdim: "Evet ya Resûlallah! Şu anda senin değil de dünya ehlinden bir başkasının yanında oturmuş olsaydım, inandırıcı mazeretler ileri sürüp, mutlaka öfkesini gidererek yanından ayrılırdım. Çünkü -Allah'ın lütfu- insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb-ı Hak işin doğrusunu sana bildirecek ve sen bana güceneceksin. Şayet doğruyu söylersem, o zaman da bana kızacaksın. Ama ben doğruluğu seçerek Allah'tan hayırlı sonuç bekliyorum. Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özrüm yoktu. Hiçbir zaman gazâdan geri kaldığım sıradaki kadar da kuvvetli ve zengin olamamıştım!.."

Bu üç kişiyle kimse konuşmayacak!

Benim bu itirafım üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), "İşte bu doğru söyledi." dedi. Sonra da bana müteveccihen, "Haydi kalk, senin hakkında Allah Teâlâ hüküm verene kadar bekle!" buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime'den bazıları peşime takılarak, "Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyoruz. Sen de savaşa katılmayan diğerlerinin ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleseydin ya!.. Halbuki günahlarının bağışlanması için Peygamber Efendimiz'in istiğfâr etmesi yeterdi!" dediler. Beni o kadar çok ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah'ın yanına dönüp biraz önceki sözlerimi inkar etmeyi bile düşündüm. Sonra onlara, "Benim vaziyetime düşen başka biri var mı?" diye sordum. "Evet iki kişi daha tıpkı senin gibi itirafta bulundular. Onlara da sana söylenen söylendi." dediler. Onların kim olduklarını sorunca da "Biri Mürâre İbni Rebî' el-Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el-Vâkıfî" diyerek, Bedir Gazvesi'ne katılmış olan nümune-i imtisal iki mükemmel şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönüp özür beyan etme fikrinden vazgeçtim.

Derken Allah Resûlü gazveye katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar ve bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Öyle ki, yeryüzü bile bana yabancılaştı. Sanki dünya, o zamana kadar bilip tanıdığım dünya olmaktan çıktı..

İşte, bu minval üzere tam elli gün geçirdik. Diğer iki arkadaşım halktan uzaklaşıp boyunlarını büktüler; ağlayarak evlerine kapandılar. Fakat ben onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşıda dolaşırdım. Ne var ki, kimse benimle konuşmazdı. Bazen namazdan sonra, ashabıyla oturmakta olan Resûlullah'a uğrayıp selam verirdim. "Acaba selâmımı alarak dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı?" diye kendi kendime sorardım. Sonra ona yakın bir yerde namaz kılar ve fark ettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza durunca bana doğru yöneldiğini, ama kendisine baktığım zaman yüzünü hemen geri çevirdiğini görürdüm.

Bir gün Medine çarşısında dolaşıyordum. Erzak satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi, "Kâ'b İbni Mâlik'i bana kim gösterir?" diye sordu. Halk da beni işaret etti. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki'nden bir mektup verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp okudum. Selâmdan sonra şöyle diyordu: "Duyduğumuza göre arkadaşın seni üzüyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, seni aziz tutalım." Mektubu okuyunca, "Bu da başka bir imtihan." dedim. Hemen mektubu tandıra atıp yaktım.

Bu boğucu elli günün kırkı geçmiş, fakat hakkımızda hâlâ vahiy gelmemişti. O sırada, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderdiği bir şahıs çıkageldi; "Allah Resûlü eşinden ayrı oturmanı emrediyor!" dedi. "Onu boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım?" diye sordum. "Hayır, ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın!" dedi. Peygamber Efendimiz, diğer iki arkadaşıma da aynı emri göndermişti. Bunun üzerine eşime, "Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailene git ve onların yanında kal." dedim.

Bu vaziyette, sıkıntısı gittikçe artan on gece daha geçirdim. Ellinci gecenin sonunda, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ'nın (Kur'ân-ı Kerîm'de bizden) bahsettiği üzere ruhum iyice sıkılmış, o geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir halde otururken, Sel Dağı'nın tepesindeki birinin var gücüyle, "Kâ'b İbni Mâlik! Müjde!" diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma zamanının geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım.

Meğer Efendimiz, Cenâb-ı Hakk'ın bizi affettiğine dair sevindirici haberi o gün sabah namazında halka duyurmuş, halk da bize müjde vermek üzere koşuşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci de koşup Sel Dağı'na tırmanmış; oradan bağırmaya başlamış. Tabii ses attan önce bana ulaşmıştı. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi çıkarıp müjdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi o gün giyecek başka elbisem yoktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Resûlullah'ı (aleyhissalâtu vesselâm) görmek arzusuyla yola koyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tevbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyor ve "Gözün aydın, Allah'ın seni bağışlaması kutlu olsun!" diyorlardı.

Nihayet Mescid'e girdim. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashâbın ortasında oturuyordu. Peygamber Efendimiz'e selam verdiğimde memnuniyetten ışıl ışıl, mütebessim bir yüzle, "Müjdeler olsun! Annenden doğalıdan beri yaşadığın en hayırlı gününü tebrik ederim!" buyurdu. Ben de, "Yâ Resûlallah! Bu sizin tarafınızdan bir bağışlanma mıdır, yoksa Allah tarafından mı?" diye sordum. "Hayır, bu Allah'tan gelen bir lütuftur!" buyurdu. Nebiler Sultanı'nın mübarek yüzleri, sürurlu anlarında, bir ay parçası gibi parıldardı. Biz onun sevindiğini böyle anlardık; o anda da memnuniyeti yüzünden okunuyordu. Ben önüne oturunca, "Ey Allah'ın Resûlü! Tevbemin kabul edilmesine şükür olarak bütün malımı Allah ve Resûlullah uğrunda tasadduk etmek istiyorum." dedim. Efendimiz, "Malının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin için daha hayırlı olur." buyurdu. Ben de, "Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyor, gerisini bağışlıyorum!" dedikten sonra sözüme şöyle devam ettim: "Yâ Resûlallah! Cenâb-ı Hak beni doğru sözlülüğümden dolayı kurtardı. Tevbemin bir gereği olarak, artık yaşadığım sürece sadece doğru söz söyleyeceğim."

Cenâb-ı Hak, onlarla alâkalı olarak şu mealdeki ayet-i kerimeyi indirmişti:

"Allah, savaştan geri kalan ve haklarındaki hüküm ertelenen o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü onlar öylesine bunaldılar ki dünya bütün genişliğine rağmen başlarına dar geldi. Vicdanları da kendilerini sıktıkça sıktı. Nihayet, Allah'ın cezasından kurtulmak için yine Allah'ın kapısından başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar da, bundan sonra, önceki iyi hallerine dönsünler diye, Allah onları tevbeye muvaffak kıldı. Çünkü Allah Tevvâbdır, Rahîmdir (kullarını tevbeye yönlendirir, sonra da onların tevbelerini kabul buyurur ve onlara hep rahmetiyle muamele eder.)" (Tevbe, 9/118) M.F.GÜLEN

ÖZETLE

1 - Bazıları hatalarını kabul etmeye bir türlü yanaşmazlar; ya atf-ı cürümlerde bulunur, başkalarını suçlarlar ya da zorlayıcı sebepler ve olmadık bahaneler sıralayarak işin içinden sıyrılmaya çalışırlar.

2 - Hatalarımızdan kaynaklanan zorlukları aşmak için yalan söyleyip asılsız mazeretlere sığınmak yerine, bizim için ortaya çıkacak bütün olumsuzlukları göze alarak doğru sözlü olmayı tercih etmeliyiz.


7 yorum

yalancılığın şahikaları

diyarbakırda doğruluğu ve hizmeti noktasında ihlasının kerametleri görünen bir abi kanını donduran şöyle bir olaya şahit olduğunu anlatıyor.talebelerini şevke getirmek ve evlerde tutmak ve onları istedikleri gibi yönlendirmek için büyük bir grubun küçük bir ev abisinin şu itirafına şahit oldum diyor.bu ev abisine sordum neden bu kadar çok hikayeler geziyor evlerinizde yok peygamber geldi şöyle dedi yok hz aişe gelip kızların bulaşğını yıkıyor yok şu kolejin açılışına peygamber geldi yok peygamber sırtında şu cemaate deri topluyordu yok peygamber şöyle dedi yok böyle dedi,gibi rüyaların aslı astarı nedir.bu kadar rüyalarla amel edilmez ve bu kadar rüya olmaz böyle akla mantığa sığmaz bu işler deyince ev abisi şunu itiraf etmiş,ne yapalım bu yalanları söyleyemezsek öğrenciyi şevke getiremeyiz buralarda tutamayız.halbu ki üstat hazretleri hangi maslahat olursa olsun yalana bu zamanda cevaz yok diyor heleki peygambere isnat ederek rüyalarda görülmediği halde gördük demekle.doğruluktan bahsedenlerin yalancının şahikasını yaptıkları hakikati aklıma yahudinin taktiğini getirdi aklıma hedefe ulaşmak için her yol mübahtır.izzet ve şahamet dini olan islamın yalana dolana hurafeye ihtiyacı yoktur.yalancılara hiç ihtiyacı yoktur.

Boş ve abes sözlerin maskaralığını yapmaktansa
güzel sözlerin hamallığını yapmayı tercih ederim.

01.08.2008 - tahkik

TAHKİK VE YALAN

İnsanların hatalarını Cemaat'a mal etmek insafsızlığını göstermek ne kadar insafsızlık .Güzel güzel nasihatlar veriyorsunuz insanlara ama kendinize vermiyorsunuz.Çuvaldızı değil önce iğneyi bir batırın kendinize.
Velevki bahsetmiş olduğunuz şey olsa bile bahsetmiş olduğunuz olayı genele yaymak ancak anlayıştan nasibini alamamış zavallıların üslubu olabilir.YAZIK ÇOK YAZIK.
tahkik ismine yakışmayan bir yorum.

22.08.2008 - PARATONER

HERKES İŞİNE BAKSIN TAHKİK EFENDİ

Başkasını eleştirip kendine paye çıkarmaktan,gurura girmekten,GIYBETTEN,KULAKTAN DOLMA ŞEYLERLE insanları bilhassa Cemaat ve tarikat ehlinin günahını almaktan Allaha sığınırım.
Allahtan korkun UTANIN TAHKİK EFENDİ VE LÜTFEN RİCA EDİYORUM KÜSTAH YORUMLARINIZI BENİM YAZIMDA KULLANMAYIN.
Daha öncede Yazdığım gibi Allah sizin yolunuzu açık etsin.Ama lütfen rica ediyorum ben sizinle laf kalabalığı yapmak istemiyorum,çamurlarınızlada uğraşmak istemiyorum lütfen bana yorum yazmayın.

22.08.2008 - PARATONER

DOĞRU SÖYLÜYEN DOKUZ KÖYDEN KOVULUR...

Bence paratoner bey siz daima medhe müptelasınız sanırım...Yani sizin sırtınızı sıvazlıyanların mı yorum yapmasını istiyorsunuz?Her zaman teşvik ve medih mi bekliyorsunuz?Veya her söylediğinizin doğru olduğunumu zannediyorsunuz?Öyle zannediyorsanız yanılıyorsunuz!Bence siz kendinize gelin!Ve söylenen hakikatlere kulak verin olmaz mı?Herzaman herkesin sizi dinlemesini ve onamasını beklemeyin!söylenilen hakikatleri çamur olarak telakki etmeyin...Ve burada yoruma açık bir yazı yazıyorsanız, devamında gelecek yorumlara yüreği açık olun ve tabi selametle kalın...

23.08.2008 - ahsen-

bozacının şahidi şıracı

Siz ya anlayıştan nasibini almamış yada kasıtlı olarak yapıyorsunuz.taassubunuza bakılılırsa kendiniz bize atmış olduğunuz çamurlara bulanmışsınız.
Evvela yukarıdaki ana yazıyı okuyun ve Tahkik rumuzlu kişinin yaptığı yorumla alakasına bakın ve elinizi insafınıza(varsa) koyun sonra tekrar bakın eleştirilerinizin hiç mantığı varmı.
Allah size öce okuma sonra anlama yeteneği versin.

25.08.2008 - PARATONER

gocunanın yarası vardır

sayın para ve toner niye gocunuyorsunuz.yaranızmı var.benim eleştirdiğim yazımda isim yok cemaat adı yok ama siz zorla kendinize mal ediyorsunuz.illa paratoner gibi herşeyi kendinize mi çekeceksiniz.yalancıların bekçisi müdafaacısı sizmisiniz.biz kimseye çamur atmayız.kafir dahi olsa iftira atmayız.haydi farzedin size çamur attım,çamur atmak beni dalalate sapkınlığa yalancılığı zulme şirke,günaha harama götürrürmü,ya peygamber adına yalanlar dizenler ona iftira atanların hali nice olur.acaba dalalet sapkınlığa harama şirke girmezlermi.rabbim beni peygamber adına yalancılardan eylemesin.isterse sonuç olarak yalanlarım sayesinde yüzlerce binlerce insan hidayete gelsin. ne olursa olsun yalandan dolandan tavizden allah sığınırım.rabbimin işlerine karışmaktan ona sığınırım.

sayın para toneri benim başımdakilerde sonundakilerde ortasındakilerde hepsi muhbiri sadıktır.hepsi bırak iftirayı zulmü yalanı dolanı en küçük şüpheli şeylerden yılandan çayandan kaçar gibi kaçarlar.biz kimseye zulmetmeyiz.sadece islamiyet nur adı altında insanlara zulmedenlere karşıyız,nurların önünde poz verenlere karşıyız,tekellüflü tevillerle insanları aldatanlara karşıyız,allahın işinide elinden alanlara karşıyız,fıkıhı kelamı ilmihali kıyası icmayı bırakıp körü körüne başındakilere bağlananlara karşıyız.siz niye gocunuyorsunuz.ben size gözünüzün üzerinde kaşınız var demedim.ben başkalarına gözününün üzerinde akrep var diyorum.bu sözüme kızan zaten aklı başında olmayanlardır.
sayın paratoner fikir ve hakikat kimden gelirse kuran ve sünnete uyduktan sonra alırım ve kullanırım.ama fikirlerin içinde şirk yalan dalalet aldatma varsa alamam.kusura bakmayın.koca hadis alimi imam buhari hadis bildiğini söyleyen bir adamın hadisini almamış sırf deveyi kandırdığı için.şimde ben kuran ve sünnete zıt fikirler görüşler öne sürerek insanları aldatan alimlerin sözlerine nasıl itimat edeyim.deveyi kandıran adamın sözüne itimat edilmezken insanı kandıran alimlere nasıl itimat edeyim.
sayın paratoneri sen ya çok safsın savunduğun davanın hak ve hakikatlerinden habersizsin dönen dolaplardan haberin yok,yada bildiğin halde dönen dolapları bildiğin halde hizmetinin yanlış ve kusurlarını açtığı islamın aleyhindeki çığırları taasubundan dolayı göremiyorsun.safsan bir şey demem ama taasupla bakıyorsan sanada ötekilerede yazık.
Bediüzzman Hazretlerinin rüya ile değil gerçek ve hakiki mirasçısı ve vekili bana kerameten dedi ki haklı bile olsan kavga etme,bende onu dinlemeye çalışıyorum.amma siz durmuyorsu zorla gelip bana çatıyorsunuz.bana tövbe bozdurmayın.

Boş ve abes sözlerin maskaralığını yapmaktansa
güzel sözlerin hamallığını yapmayı tercih ederim.

25.08.2008 - tahkik

NEFSİN'E SAVCI MI AVUKAT MISIN

İnsan önce kendisine bakar kendisini eleştirir,Daha sonra elini insafına koyar ve yine de karşısındaki şahıs yada toplum hatalı bile olsa insaf ölçüsünde önyargılarında sıyrılmış olarak yapar eleştirisini.
Ama ne yazık ki kendi nefsini bile aşmaktan aciz kalmış,şeytanın sağ oklarına maruz kalarak nefsini daima savunmada tutarak başkalarının görüşlerini büyük bir nezaketsizlikle eleştiren,tahrik eden bunu yaparkende doğruluk adına yaptığını söyleyen zavallılar her devirde olmuştur olacaktır.
Toplumumuz hergörüşten insanın bulunduğu bir kültürler bütünü ise, başkalarını kendimiz gibi yapmaktansa kendi doğrularımızı sunmak,onlara da kendimizi ters tanıtmamızı engelleyecektir.Birbirimizi tanıdıkça düşmanlıklar yerini dostluğa bırakacaktır.
Ne garip ve ne yazık başkasına hakaret ederek nefsini okşamak (bilinçli yazılmış örnekte olduğu gibi PARA TONER)
KARDEŞ BENCE NEFSİNİ BİR ARA GÖNÜL NEZARETHANENE AT VE BİRAZ SORGUYA ÇEK İÇİNE SAPLANAN OKLARI SÖKMEYE ÇALIŞ(ALLAH SANA YARDIM ETSİN)
Ben hakkım, diğerleri batıl dediğimiz zaman ortak müştereklerde buluşmak bir yana düşmanlıklar, haset ve Allah'ın nifakın kaynaklarından olarak bildirdiği gıybet alacaktır buda toplumun içten çürümesine neden olacaktır.
Benim yaptığım en doğru herkes benim görüşlerime tabii olmalı görüşü sadece toplumları birbirinden uzaklaştırır ve kimi kendini alim zanneden cahillerin içindeki kibri artırır.
Allah sizleri ve bizleri Efendiler efendisinin ve kur'an çizgisinden ayırmasın.
ELEŞTİRİN TABİİKİ BU BİZİ ONURLANDIRIR HATALARIMIZI DÜZELTMEMİZİ SAĞLAR AMA LÜTFEN İNSAF ÖLÇÜSÜNDE,VARSA KİŞİLERİN HATALARINI TOPLUMLARA MAL ETMEYEREK.
SİZ HATA YAPSANIZ VE BEN BUNU MÜNTESİP BULUNDUĞUNUZ TOPLUMA MAL ETSEM(ALLAH KORUSUN HERKESLE NASIL HELALLEŞİRİM)BIRAKIN MÜNTESİBİ BULUNDUĞUNUZ TOPLUMU SİZE BİLE HAKSIZLIK ETMİŞ OLURUM ÇÜNKİ BELKİ KÖTÜ OLAN BİR HASLETİNİZİN YANINDA EMİNİM BİR ÇOK DA GÜZEL HASLETİNİZ VARDIR.
ayrıca çok şükür hiçbir zaman gocunacak bir hadisemiz olmadı.
Allah bu necip milleti korusun şerli insanların cinni ve insi şeytanların şerrinden muhafaza buyursun.amin

28.08.2008 - PARATONER

Konular