Dinde tâviz yasak!

Cenab-ı Hak, dininden zerre kadar tâviz verilmesini yasakladığı gibi, tâviz vermeye ednâ, yani zerre kadar meyli de yasaklamaktadır. Bu hususta birinci muhatap olarak Peygamber Efendimizi (asm) almakta ve tâviz vermesi durumunda onu şiddetle cezalandıracağını beyan buyurmaktadır. Bu konu ile ilgili âyet-i kerimelerin meâline muteber tefsirlerde yer aldığı şekliyle bakalım:

“Habibim! Biz inâyet-i İlâhiyemizle seni hak üzere sabit kılmamış olsaydık onların hud’alarının kuvvetine binâen tekliflerini kabule meyleder ve azıcık yaklaşırdın.” Yani; meyletmedin velâkin hilelerinin kuvveti meyletmeye yaklaştırdı velâkin biz himaye ettik, sen de yaklaşmadın.” (Hülasatü’l Beyan, İsrâ Sûresi / 74)

“Eğer onların hud’aları üzerine sen azıcık meyletmiş olsaydın biz sana dünyada azab-ı dünyanın iki katını ve âhirette azab-ı âhiretin iki katını tattırırdık ve biz iki kat azabı tattırdıktan sonra sen bizim üzerimize bir yardımcı bulamazsın.” (Hülasatü’l Beyan, İsrâ Suresi / 75)

“Eğer Muhammed bazı sözleri bizim üzerimize yalan olarak söylemiş olsaydı, biz onu kemal-i kudretimizle tutardık ve sonra onun kalb damarlarını keserdik.” (Hülasatü’l Beyan, Hâkka / 44-45-46)

“Eğer sizin dediğiniz gibi olsa sizden hiçbir kimse Muhammed’den benim muâhezemi men’ edecek yoktur.” (Hülasatu’l Beyan, Hâkka / 47)

“Ya Ekrem-er Rusül! Seni tekzib edenlere itaat etme.” (Hülasatü’l Beyan, Kalem / 8)

“O kâfirler isterler ki sen onlara müdara etsen de onlar da sana müdara etseler.” (Hülasatü’l Beyan, Kalem Suresi / 9)

“Ey Nebiyy-i Zişan! Allahu Teâla’ya ittikaya devam et, kâfirlerle, münafıkların sözlerine iltifat etme. Zira; Allahu Teâla senin nübüvvetle liyakatini bilir ve hakkında ihsanı hikmetine muvafıktır.” (Hülasatu’l Beyan, Ahzab / 1)

“Ya Ekrem-er Rusül! Rabbinden sana vahyolunan ahkâm-ı Kur’an’a ittiba’ et. Zira; Allahu Teâlâ sizin amelinizin her cüz’ünü bilir.” (Hülasatü’l Beyan, Ahzab / 2)

“Habibim! Kâfirler ve münafıklara itaat etmemekte devam et, onların sözlerini dinleme, tebliğde müdaratı ve onlara muhalefetinden dolayı onlar tarafından sana gelecek ezayı sen terket ve müteezzi olma, işini Allah’a tefviz et, korkma. Zira; seni ve umurunu muhafaza ve sana vekil yönünden Allahu Teâla kâfi oldu.” (Hülasatü’l Beyan, Ahzab / 48)

Âyet-i kerimeler bu kadar açık ve net iken, bazı Müslümanlara ne oluyor ki, dinde kendi kafalarına göre alabildiğine tâviz veriyor. Tesettür-ü şer’i belli iken, kendi kafalarından tesettür târifi yapıp, tatbike revaç veriyor. Dinin birçok temel hükmünü kendi kafasına göre yorumlayıp değiştirmeye kalkıyor. Allahu Azimüşşan’ın azabından korkmuyorlar mı? Evet, cahil cesur olurmuş. Ama cesaretin böylesine de pes doğrusu demek lazım...

Burhan Bozgeyik


6 yorum

benimde çok merak ettiğim war

ben allahın karı we koca için yasak ettiği cinsel beraberlikler hakkında çok fazla bilgige sahip diilim we yakındada ewlwniyorum acaba ağızla cinsel ilişki teması harammı onu sormak istiyorum teşekkür ederim

15.04.2008 - onarı

B mudur; cemaatten önce okuma yazma kurslarına kaydolmalısın

Cır, cır, cır... Ne diyorsun yahu?:) Önce ve derhal okuma yazma dersleri almalısın(okullarda öğretmediler mi?).

Hem kendini, hem cemaatini elaleme mahçub etme...

Mütevellide misin yoksa?:)

20.06.2007 - Mehmet Altın

b mudur

yok yav koca bi maşaAllah yapma yav yav uğraşacak başka adam mı bulamadın ben de o adamın cemaati ile hidayete geldim ne diyecen sorumluluklarımı öğrendim seninin gibi islami haraketler adı altında derme çatma yazılarla laf kalabalığıu yapmak değil sayın murakıb hanım size de bi sözüm var öyle her kuru gürültüye kapılmayın bu tipler çok dine hizmet eden herkese düşman olup dış güçler tarafından zihni bulandırılanlarA TAKILMAYIN İNANMAYIN oysa dışarıda ülkemizi temsil eden o kaddar mükemmel bi şahsiyeti böle eleştrimek yerine gidin bi bu insanların yanına Ki bence zaten szin tanıdığınız ülfet ettiğiniz insanlar vardır zaten.
onlarla konuşun hakkten adam bid'at çı mı yoksa bu gibi saf zihni bulanıklar mı esas bid'at çılar ben o insanı fanatzm şeklinde tutmuyorum ve o adamı ve düşüncelerini sadece kendi gözlemimle değelerndrdim hiçte ole değil.Adam hakketen iş yaptığı için kimisi kıskanıyo kimisi de işine gelmiyo ayıp yav bu dama yaptıklarınıuz. komplo teorisi ile değil kendi salt düşüncelerinizle düşünün başkası sizin yeriniz düşünüp yerinizE fikirinizi oluşturmasın.kendi beyniniz kullanın bence 109 ülkede istiklal marşımız ezberleten ve okutan insanlara türkiyeyi tanıtan bi insanı bole eleştirmek te kuru kuru doğru değil siz gidip bi tane yanlış bi adama bakıp herşeyi opnlara boyle mal edİLmez ayıptır yav.el-insaf
ayrıca sadece bole ortaya fitne atıpta onun arkasından saf akılla gitmekte doğru değil yarın sana da sorarlar elin ayağın yokmuydu diye gidip kendin gör diye hocam sana buradan sesleniyom sen devam et ALLAH sizden ve arkadaşlarınızdan razı olsun bi gün gelecek bu gafiller de utanıp yüzü kızaracak burada olmadı mahşerde RABB'İM SORACAKTIR HAKKNIZI.

17.06.2007 - Ziyaretci

“Çağdaş Nurculuk” mu, “Bid’atkârâne bir hıyanet”

Buyrun; Ebubekir Sifil Hoca'dan mevzuya paralel iki önemli yazı:

Başka işimiz yok mu?

“Hoşgörü”, “çoğulculuk”, “herkese bulunduğu konumda saygı”… gibi “ayartıcı” davranış kodları ruhumuza sindikçe neyin önemli, neyin görmezden gelinebilecek önemsizlikte olduğu birbirine karışıyor.

Söz gelimi İslam Dünyası’nın ve ülkemizin içinden geçmekte olduğu bu zor dönemde konuşmamız gereken en önemli şey ne olmalı? İşgaller? Direnişler? Mücadele yöntemleri? Sindirilmiş ve uyuşturulmuş ruhların harekete geçirilmesi?..

Bütün bunlar gündemin birinci maddesi olarak tesbit edilmeyi hak edecek önem ve ağırlıkta. Bu doğru. Peki işgal sadece askerî ve ekonomik sahada mı? Bilincimize ve itikadî çizgimize yönelik bir tasalluttan söz etmek çok mu abes kaçar?

Şurası kesin ki, İslam Dünyası fiilî işgallerden önce kültür ve bilinç istilasına uğramıştır. Bunun sonucu da itikadî çizgideki ve “Din tasavvuru”ndaki dönüşümler olmuştur.

Yazının başında zikredilen kavramlar ve benzerleri, yaşadığımız durumun “yaşanması gereken” durum olduğunu bize telkin etmekle, aslında işgal ve istilanın en önemli ayağını oluşturuyor.

“Sizin başka işiniz yok mu; bakıyorum da hep Müslümanlarla uğraşıyorsunuz?” sorusunun niçin önemsenmesi gerektiği burada ortaya çıkıyor. Zira içinde bulunduğumuz durumda herkes neyi “iş” edinmesi gerektiğini alabildiğine titiz bir şekilde tesbit etmeli…

Abdülhayy el-Leknevî merhum, –eş-Şevkânî’nin öğrencilerinin öğrencilerinden ve yolunun takipçilerinden– Sıddîk Hasen Han el-Kınnevcî’nin (Bu nisbenin “Kannûcî” olarak tesbiti hatalıdır. Doğrusu yukarıdaki gibidir.) Bazı görüşlerini tenkit etmiş, el-Kınnevcî’nin bağlılarından birisi de Şifâu’l-Ayy isimli risaleyle kendisine cevap vermiş. Bunun üzerine el-Leknevî, İbrâzu’l-Ğayy’ı kaleme alarak bu reddiyeye mukabelede bulunmuş. Bunu, “karşı taraf”tan birisinin Tebsıratu’n-Nâkıd isimli reddiyesi izlemiş; el-Leknevî de buna Tezkiretu’r-Râşid ve Tenbîhu Erbâbi’l-Hibre adlarını verdiği iki eser ile karşılık vermiş.

Bu toz-duman içinde muhatabının, “Niçin Rafızîler dururken Ehl-i Sünnet ile uğraşıyorsun?” tarzındaki sorusu üzerine, adı geçen reddiyeler içinde en hacimlisi ve muhteşemi olan Tezkiretu’r-Râşid’de şöyle der: “Ulemanın görevi, önem sıralamasına göre hedef tesbitinde bulunmaktır. Malumdur ki Ehl-i Sünnet tarafından kaynağı bilindiği için Rafızîler’in hurafeleri o kadar zararlı değildir. Ancak Ehl-i Sünnet olarak bilinen kimselerin hurafeleri böyle değildir. Bunların zararı hem daha sür’atli yayılır, hem de daha kalıcı olur. Dolayısıyla bunlara gerekli mukabelede bulunmak ulemanın üzerine vaciptir.” (Tezkiretu’r-Râşid, 34.)

Bir başka yerde de şunları söyler: “… Bid’at ehli grupların çürük ve yanlış görüşleri Ehl-i Sünnet üzerinde çok fazla saptırıcı etki yapmaz. Çünkü Ehl-i Sünnet onların Sünnet’e ittiba çizgisinin dışında olduğunu bilir. Hadis ve Kur’an’a ittiba iddiasında bulunanların çürük ve yanlış görüşlerine ve “Ehl-i Hadis ve Kur’an”ın çoğunluğuna muhalif tercihlerine gelince, bunların yaptığı tahribat daha fazladır. Dolayısıyla onların görüşlerinin reddiyle iştigal etmek daha doğru ve isabetlidir.” (A.g.e., 58.)

Sonuç olarak eşyayı, olayları, fikirleri ve kişileri firaset ile tanıyıp idrak eden müteyakkız mü’min, şu kısacık dünya hayatının hiçbir sıkıntısının, kendisini, ahreti tehlikeye atmak anlamına gelen bir “kayma” ve “sapma” durumuna itmesine izin vermez. “Dünyayı kurtarmak” adına Ehl-i Sünnet çizgiden verilen her taviz, ahretin biraz daha mahvolmasından başka bir anlam ifade etmez! Üstelik dünya da böyle kurtarılmaz!

...

“Çağdaş Nurculuk” mu, “Bid’atkârâne bir hıyanet” mi?

Zaman’dan Ahmet Kurucan’ı izliyorum bir zamandır. Fethullah Gülen hocaefendi hareketi ile “Nurculuk” olarak ifade edilen, öyle tanınan/bilinen yapı arasındaki makasın gittikçe nasıl açılmakta olduğunun somut delillerini sunuyor bize.

“Değişen dünya”dan, “Kur’an ve bağlayıcı sünneti ihtiva eden İslam’ın sabit; ama ondan anlaşılan manaların, yani Fıkh’ın değişken, çünkü beşerî” olduğundan, dolayısıyla “Evrensel olmadığı”ndan, “içtihadi hükümlere (Yani Fıkh’a) karşı korumacı ve kollamacı zihniyetten”, “bu zihniyetin ifşası”ndan, “bunun bir ideoloji haline getirilmesinin hepten zararlı ve tehlikeli” olduğundan, bunun da mensuplarını “çağın dışına iteceğinden”… bahsediyor.

Onun “yeni içtihad” çağrısı yapan, okurlarını zihnen buna hazırlayan ve bunun karşısında duranları kâh açık, kâh örtülü itham eden bu tavrı ister istemez Fethullah Gülen hocaefendinin Prof. Dr. Faruk Beşer hoca tarafından “radikal” olarak tavsif edilen ve böyle olduğu için “mahrem tutulduğu” belirtilen içtihadlarına (1) zemin ittihazı olabilir mi?

Bu “yeni durum”un şu ana kadar ciddi bir tahlilinin yapılmadığı ortada. Bediüzzaman merhumun önünde “6 mani” bulunduğunu belirttiği “içtihad kapısı” sessis-sedasız buharlaştırılırken kendisini “Nur talebesi” olarak ifade eden kitle ne düşünüyor bilemem ama, şu yazı çerçevesinde ve “içtihad” meselesi bağlamında yapılacak kısa bir mukayese bile şu hususu net bir şekilde ortaya koyacaktır sanırım: Fethullah Gülen hocaefendinin adıyla anılan hareket, “Nurculuk” diye bilinen oluşumun “çağdaşlaşmaya doğru evrim geçirmekte olan” bir versiyonudur. Evet ondan tamamen kopuk değildir, ama Nurculuğa temel karakterini veren birtakım hususlarda bir algı, değerlendirme ve tarz farklılığı arz ettiği de açıktır.

Bediüzzaman merhum “… selefin içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid’akârâne bir hıyanettir” derken Kurucan’ın –Fıkh’ı tümüyle “dönemsel”, dolayısıyla “değişmesi gereken” olarak gören tavrını nasıl bir tutabiliriz?

Bediüzzaman merhum, “şeriat semâviyedir; ve içtihadât-ı şer’iye dahi, onun ahkâm-ı mesturesini izhar ettiğinden, semâviyedirler” derken Kurucan Fıkh’ın “beşerî” olduğunu söylüyor. Hangisi doğru?

Şu hale göre Kurucan’ın “… taassup sınırlarını zorlayan hatta zaman zaman bu sınırları çok aşan bu zihniyet, belki de -niyetlerini Allah bilir- faydalı olacağım diyerek yürekten inandığı yapıya en büyük zararı vermektedir” şeklindeki ifadelerinin muhatabı “… şu zamanın nazarı, ruh-u şeriattan yabanîdir. Öyleyse şeriat namına içtihad edemez” diyen Bediüzzaman merhum olabilir mi?

Kurucan’ın “İşte İslam hukuku adı verilerek, evrenselliğine göndermeler yapılarak günümüze taşınan beşeri görüşler ve yorumlar, Müslüman’ın inandığı bu bütünlüğü bozuyor, akıl-kalp, dünya-ukba parçalanmışlığına sebebiyet veriyor. İslam fıkhının başka hukuklarla mukayese edildiğinde en belirgin, en bariz ve en üstün özelliği, bu yaklaşımla ortadan kaybolup seküler bir mahiyet kazanıyor” diyerek baş aşağı etmeye çabaladığı yapı Bediüzzaman merhumun dilinde ifadesini şöyle buluyor:

“… Halbuki, din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâm (…), din-i İslâmın esâsâtını bizzat kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdâbını dahi bizzat o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek, füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki, onlar tebdil edilse esas din bâki kalabilsin. Belki, esas-ı dine bir cesettir, lâakal bir cilttir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya Sahib-i Şeriati inkâr ve tekzip etmek çıkar.”

Neredeeen, nereye!!!

1) Prof. Dr. Faruk Beşer, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Fıkhını Anlamak, 43.

17.06.2007 - Mehmet Altın

Müslümanlar da Bozuk!

Levent Özrenk, genellikle işimize gelmeyen, görmezden geldiğimiz, anlamadığımız veya niyetimizin olmadığı gerçekleri işaretlemiş:

...

Hiç kuşkusuz, bugün Türkiye' de yaşayan müslümanlar ahlak açısından zaaflar içindeler. Ortada bir ahlak zaafı olmasaydı durum başka olurdu. Bu ahlak zaafının neticelerinden biri de Türkiye' de İslam'ın hakim olamamasıdır. Bir başka netice olarak, Türkiye' deki halkımızın İslam' ı gerçek bir şekilde öğrenememesi ve İslami bir şuuru kuşanamaması günümüz Müslümanlarının bir ayıbıdır... Falanca cemaat şöyle mübarek, falanca kişi şöyle iyi sözleriyle müslümanlar birbirlerini hep sıvazlarlar biliyorum. Fakat bu sıvazlanan müslümanların, veya diğer müslümanların İslami yaşantı ve şuur açısından " doğru " olduklarını söyleyemeyiz. Bugüne kadar Türkiye' deki değişik cemaatlerdeki Müslümanları tanıdım ve elbette ki gözlemledim. Ortada bir zaafın var olduğuna inanıyorum. Çünkü göz gördüklerini görür, yapılanlar ve olanlarda her şeyi anlatır...

Bazı cemaat mensuplarıyla vereceğim örnekler, insanların günahlarını araştırıyorum veya bu insanları sevmiyorum anlamına gelmesin. Ben bütün müslümanları seviyorum. Fakat hastalığı söylememiz gerekir; çünkü buna mecburuz... Bugüne kadar müslümanlar kendi içini iyice sorgulamadı. Bazı büyük şahsiyetleri ve bazı kişileri bir yana bırakırsak yakın dönemdeki ahlak halimizin tenkidi aksatılmıştır. Bu bile genel halin ne olduğuna dair bir ipucu bize veriyor... Bu yüzden müslümanların yaşantı bozukluğunun da anlatılması gerektiğine inanıyoruz... Çünkü kangrenli bir parçayı söylemeyen doğru bir iş yapmış olmaz...

Şimdi Vahdet cemaatinden sakallı kardeşimi hatırladım. İnanışı İslam, yaşantısı laik... Yani kardeşimiz tağuti güçler, müstekbirler der ve diğer İslami literatürü bilir ve keskindir ama yaşantısı kızdığı laik kesimden farksızdır. İşlettiği bakkal dükkanında, Türk sanat müziği söyleyen kadınları dinler, dışarıdan disko şarkısı gelirse oynamaya başlar... Dükkanında çalıştırdığı işçilere kötü davranır ve terör estirir. Sigorta yapmaz, az para verir ve 12 saat çalıştırdığı insanları ayakta diker ama kendisi oturur... Ondan sonra insanlar şöyle kötü, şöyle ahlaksız der... İlk önce kendi doğru olmalı oysa... Diğer bazı gördüğüm Vahdet cemaati mensuplarının içinde de, dedikodu, hoş olmayan davranışlar, kabalıklar var. Tağuti güçler ve laikler şöyle diyorlar ama kendi yaşantılarının kızdıkları laik kesim arasında birçok benzerlikler var. Bir bakkal dükkanında, kendi mekanlarında ve kendi iç alemlerinde İslam’ı yaşamayan insanlar insanlara İslami bir devleti ve yaşantıyı veremezler. Artık işin sahteciliğini bırakalım!..

Falanca tarikat mensubu kişinin şalvarlı, takkeli görünüşüne rağmen Bülent Ersoy' u dinlemesi, seviyesizce hareketleri, yapmacık ve sulu hareketleri, o hasta ve nefsi mizacıyla İslam' ı gönlüne indiremediğini bize gösterir... İslami ruh başka, bu kişinin ruhu başka... Diğer başka bir tarikat mensubu kardeşimize de, Çeçenistan da, Irak' ta ve başka müslüman coğrafyalarda, müslümanlara yapılan tecavüzden, işkenceden, zulümden ve öldürmelerden bahsedin, hemen size başımızda bir devletin olduğunu söyler. Sanki bu devlet, bu zulme uğrayan müslümanlara yardıma koşacak... Daha da ileri giderseniz, kendisinin dövüşebilecek bir eğitiminin olmadığını söyler. Dövüşseymiş muhakkak onu Ruslar vururlarmış. Ama önüne 2 porsiyon döner gelse yemem demez bu da ayrı bir mevzu... Aslında dövüşebilecek bir bedeni var, ama gönlü yok!..

Saadet partili bir müslümanın, dükkanının önünde dikilip kızlara ve kadınlara bakmasının beni çok üzdüğünü hatırlıyorum... Aynı şekilde, sokakta sırtlarında gitar taşıyan kapalı kızlara da üzülmüştüm. Bazı müslüman gençlerin gitar çaldığını biliyorum. Nirvana, Queen, Metallica ve diğer rock ve metal gruplar dinleniyor. Olay çok açık. Elbette ki bu gençlerin yaşantıları farklı olacaktır, kalpleri ve belki fikirleri de yanlış olabilecektir. Ve bazen o hayattan, bazen de İslam’ın hayatından ameller yapacaklardır. Çünkü bir insan günah işlere girince kalbini, fikirlerini bozabilir; bu gerçeği unutmayalım... Neyse...

Bir akşam her zaman çay içmeye gittiğim yerde oturmuş Milli Gazete' yi okuyordum. Sayfalarını çevirirken yeni çıkan kitabı tanıtılan bir hanımefendinin resmi gözüme çarptı. Yüzü boyanmış... Boyalı bir yüzle cemiyetin karşısına çıkmak yanlış. Bu elbette ki biliniyordur. Ama hem İslam adına bir şeyler yapmak, hem de İslam olmayan bir şeyi yapmak belki de bu hanımefendiyi okuyan müslüman kızları etkileyecek ve bu kızlar da kendisi gibi boyanabilecekler...

Fethullah Gülen’ in cemaatinde, televizyonunda, gazetesinde ve yapılan bazı işlerde İslam’a uymayan fiiller, bir hava ve ruh var. Yapılan bu işlerin, diyalogçuluğun İslam’ın önünü kestiği muhakkak. Çünkü Fethullah Gülen’ in cemaatindeki insanlar günahkar bir bünyeye, günümüzde adına “ Ilımlı İslam “denilen yanlış bir bünyeyle haramlara bulaşmış bir durumdalar. Ayrıca İslam’a göre sağlıklı düşünceler gösteremiyorlar…

Şimdi Akp’ye değinmemiz gerekir… İktidar koltuğu adına işler yapan bu partinin peşinden giden müslümanların köfte için gittikleri görülüyor. Çünkü birileri kalkıp kendilerinin artık “değiştiğini”, “eski değerleri artık savunmadığını “söylediği halde kalkıp müslümanlar bu partinin peşinden gidiyorlarsa, bu insanlarda da ahlaki olarak bir takım yetersizlikler veya cehalet, veyahutta İslami bir bilinçlenmenin olmadığı kesindir…

Şu anda ağır konuştuğum düşünülebilir. Ama bunu söyleyen insanlara yaşadığım ülkedeki müslümanların halini incelemesini tavsiye ederim… Mesela müslümanların kurdukları yayınevleri ticarete dayalı kitaplar mı basarlar, yoksa kaliteli ve fikri üstünlüğü olan kitapları mı basarlar?.. Söyleyelim: Müslümanlar da işi ticarete, paraya dökmüşlerdir bu noktada… Yayıncılık para kazanma müessesi değil, insanları erdeme, kaliteli yapmaya, fikri üstünlüğe götürme yeridir. Ve dolayısıyla yayınevleri üstün veya kaliteli kitapları yayınlayabilirler. Oysa günümüzde müslüman insanların kurdukları yayınevleri ne kadar yazarlıktan gelmeyen kişiler varsa; ün sevdalısı, fikirsiz, televizyon yıldızı, radyocu nice kişiler varsa, subay veya polis emeklisi varsa; bunların fikirsiz, kalitesiz ve zihinleri geliştiremeyen, insan meselelerine sarkamayacak günlük kitaplarıyla müslümanlara zarar vermişlerdir… Yine bu yayınevleri dünya gevezelikleri eden hafif türden kitaplar basarak, bu dindar fikirli olmayan insanların dünyaya bakışlarını anlatan laik ruhlu kitapları müslümanlara ancak zarar vermiştir…

Ahlaki zaaflarımız çok kendimizi kandırmayalım. Biz işi ehline değil, kendi cemaatimizdeki adamlara veririz… Müslümanların giyim tarzları, konuşmaları, hal ve hareketleri dindar bir insanı bize göstermiyor. Erkeklerin kıyafetleri ahlaken düşük, tam dünya ehli veya kafirlerin kıyafetlerine benziyor. Kadınların ve kızların kapanmalarının da, kıyafetlerinin de İslam’la alakası yok…

Bir gemide 1 masum varken o geminin batırılamayacağını söyleyerek, bundan ne alakası varsa İslami olmayan düzenlere karşı gelinemeyeceğini çıkartan nurcular, müslümanların ve halkımızın aynı bataklıkta batmasına bilmeyerekte olsa katkıda bulunurlar. Çünkü böyle bir düşünceyle düzenler sürüp gideceğinden, halkımızda ve diğer müslümanlar da günahkar ve kötü bir şekilde yönetilmeye devam eder. Ayrıca günahkar bir ortamda yaşayan halkın günaha girmesi kolay olacaktır. Ve diğer İslam’ı bilmeyen insanlarda böyle bir ortamda ahlaksız yaşarlar… Hem gemi başka bir şeydir, düzen başka bir şeydir. Doğru 1 masum varken o gemi zalimler var diye batırılmaz. Ama düzen gemi olmadığından ve de zalim bir düzene karşı gelirken masumlara ve halka bir şeyde zaten olmayacağına göre nurcuların bu söyledikleri bir atıp- tutmadan başka bir şey değil… Onların bu kafalarıyla daha çok Türk kızları genelevlerde çürümeye devam eder… Hiçbir şeye karşı çıkma, git camiye kıl namazını, sohbet yap mantığı!..

Mücadele adamı olduğunu söyleyen mücadeleciler de, cihad ehli olduklarını söyleyen müslüman kardeşler cemaati de ne kadar samimi?.. Bu insanlar üniversite yıllarında hızlı müslüman genç kesilip iş hayatına atılınca kendilerine kariyer yapıp sakallarını keserler, bir daha da eski hallerini bulamazlar bunu biliyorum. Ya mealciler?.. Bu mezhepsizler, hadisleri şüpheli bulan bu cemaat, ümmete sahip çıkma ve kafirlerle mücadele etme diye bir dertleri yoktur. O kadar müslüman öldürülüyor, şu oluyor, bu oluyor, bunlar küçük meselelerde bile birbirleriyle birleşemeyecek oldukları tartışmalar da çözüm ( ! ) getirme gayretiyle, çözülen meselelerle uğraşıyorlar. Sanki 1400 yıllık ehl-i sünnet geleneği doğruyu bulamamış. Bu gelenek, kendileri de dahil bütün sapık fırkaların hepsine galebe çaldığı halde, yüzyıllar sonra ehl-i sünnet İslam anlayışına yanlış demek saçma bir şey... Bu kadar alim, bu kadar fikirciler batıl da ittifak etmez. Mealcilerin, mezhepsizlerin alimlik havalarıyla olmaz bu işler... Hangi geleneğiniz, hangi usulünüz var?.. Ortaya daha gerçek ve güçlü bir alim aranızdan çıkmamışken neyi çözeceksin, neyi hesaba çekeceksin?.. Gelenek, Hz. Peygamberden ve sahabilerden yolunu almış, yürümüş ve bugünlere gelmiş. Oysa bunların bir geleneği yok...

Haydar Baş' ın ümmet önderliğine, kurtarıcılığına soyunması ahlaklı bir iş değil. Onu bir kurtarıcı olduğuna inandıran şey nedir?.. Onu kendini kurtarıcı olduğuna inandıran şey şayet ilim adamlığı ise, yazdığı kitaplara bakarak " kurtarıcı " çapında bir insan olmadığı çok açık... Jean Jacgues Rousseau ve Platon' un kitaplarında bir doluluk görürüz. Bir ilim adamı kendini belli eder nihayetinde... Ama Haydar Baş'ın kitaplarında bir doluluk yok... Türkiye’deki bu kadar cemaat bolluğuna bir yenisini de eklemiş olan Haydar Baş sayesinde, Türkiye’deki müslümanların bir araya gelme, tek olma, üstün bir cemaati ve gerçek bir lideri bulma ve peşinden gitmeyi zorlaştırdığı kesin... Türkiye’deki müslümanlar liderliğe soyunmayı çok severler. Fakat nefer olmaya dair bir sevgileri ve ehliyetleri keşke olsaydı!..

Necmettin Erbakan' ın hala önderliğe devam etmesi de kendisinin bir ahlak zaafı... Bir şey yapamadın işte, hala milli görüşte, bu yolda ve metotla devam etmen anlamsız!.. D-8'le ümmeti birleştirip küfre karşı çıkacağına, ümmete kurtuluş getireceğine yıllarca inandı. Daha kendi ülkesinde gerçek bir iktidar olmadığı halde, kalkıp D-8 ülkeleri üzerinde bir otorite olabileceğini düşünüyor. Yani küçümsemek için söylemiyorum ama Necmettin Erbakan' ı hiçbir D-8 ülkesi takmaz... Milli görüşçülerin partileriyle ve gittikleri yolla bir şey olmayacağına göre, milli görüşçüler bu ülke içinde her şeye bir teslimiyet halinde memnun yaşamaya devam ediyorlar... Saadet partili insanların iş olarak yaptıkları ne?.. Partiye oy toplamak, işe adam sokmak, basit siyasi itiş- kakışlar ve teslimiyetçi siyaset... Saadet partisinin bir iş yapamayan siyasi yetersizliği, bugünkü Akp' ye sebebiyet verdi. Teslimiyetçi, aksiyonsuz, cesaretsiz ve amacını tayin etmemiş bir şekilde siyaset yapmış olan milli görüşün içindeki insanlar, zamanla aksiyonsuz ve amaçsız suyun pisleşmesi gibi bugünkü köfteci, müslüman kimliğini ve yolunu tam kaybetmiş Akp kadrolarına inkilap ederler... Allah ıslah etsin!..

Harun Yahya da bir alem... İyi olan amelleri var bunlara bir şey demiyorum... Ama kalkıp küfrü tescilli bir adamın dindar olduğunu ispatlamak için yazılar yazmak doğru bir iş değil. Aklı sıra bir kesime hoş görünerek dini anlatmak mı istiyor, yoksa hakikaten de bu kişinin ne halt olduğunu biliyor da takiyye mi yapıyor?.. İnanışta takiyye olmaz. Bu hususta alimlerde bir ittifak var.... Nasıl bir zarar doğuyor böyle işler de biliyor musunuz?.. Hani yeni şafak gazetesindeki bir yazar da Ecevit' e " Allah rahmet eylesin “ diyordu. Bu da buna benzer bir iş... Fakat mevzuyu dağıtmayalım. Demek istediğimiz, İslam’ a göre yanlış insanlar olan bu iki kafir lideri doğru göstererek, ölüsüne rahmet okutturarak, bu insanların sistemlerinin de doğru olduğu ortaya çıkar. Bu kafir insanların hayat sistemine inanan halk da, bu insanların doğru olduğuna inanarak bu sisteme inanmaktan vazgeçmezler. Ve böylece halkın İslam’ı öğrenmesine engel olunulur…

Listeyi daha da uzatabiliriz. Ama bu, sonuçta her müslümanın hastalığının farklı olduğunu bize gösterecektir. Günümüzdeki müslümanların haline şöyle bir bakmakta bize gerçeği gösterecektir. Etrafınızdaki müslümanlara bir bakın, herkes işinde- gücünde, ticaretin de, tatile çıkıyor, denize giriyor, dünya nimetlerinden haz alıyor. Yani günümüz müslümanları hazcı bir hayat yaşıyor. Hazcı hayat illaki içki içmek veya diğer haram şeyleri yapmak değildir. Dünya hayatına dalıp dini unutarak ve cihadı bırakarak helal lezzetleri yapmakta hazcı bir hayat yaşamak demektir… Müslümanların evlilik tercihlerinden de bir bozulmanın olduğu anlaşılıyor. Müslüman erkekler kariyerli, zengin veya para getirecek bir eş arıyorlar. Hanımefendiler de bir doktorla, mühendisle veya zengin bir insanla evlenmek istiyorlar. Yani sonuç: Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi dünyaya kazık kakmak. Dolayısıyla ahireti unutup haz hayatı yaşamak ve ama bir yandan da namazı kılmak, orucu tutmak, zekatı ve sadakayı vermek, bazı dinin emrettiği güzel şeyleri yapmakta olsa da, netice de dindar bir hayat sürülmemiş oluyor…

Flört eden müslümanlar da var. Ayrıca evlilik için birbirleriyle görüşen, ama bu görüşmeyi flörte çevirenler de var. Caiz olmayan konuşmalar yapanlar, msn’ de önüne gelen bir insanla konuşanlar da var… Artık sıkmayalım ve sözümüzü yavaş yavaş bitirelim… Son olarak bütün bu söylediklerimizin nelere sebebiyet verdiklerini söyleyelim… Cemaat liderleri ehil olmadıkları halde cemaat kurarak İslam’ın hakim olmamasına neden oluyorlar. Çünkü amaçları gerçek bir iktidar mücadelesi değil. Tarikatçılarda cihada yabancı kaldıkları için müslümanlara yapılan zulümlerin önü kesilmiyor. Çünkü kafirlerle dövüşülünce zulüm biter. Flört ederek kendini aşık ettirip evlenmeden kaçıp giden müslüman da, karşısındaki insana aşk acısı çektiriyor. Dini hükümleri yaşamamasına ve ümmet için, din için, şahsi dindarlığı için yapması gereken şeyleri aksatıyor. Çünkü zamanını alıyor ve çektirdiği acı vasıtasıyla kalbini bozuyor… Onu Allah’ tan uzaklaştırıyor belki de… Mezhepsizler, hadissizler, mealcilerde kavgasız bir yapılarıyla ümmete “kavgasızlığı“ vaat ediyorlar. Bunlar bozuk fikirleriyle ümmeti tezada sokuyorlar ve doğru yolu bulmalarını engelliyorlar… Diğer şeyleri de bu kıyaslamalarımıza göre anlayabilirsiniz…

Tek başına takılan, hiçbir cemaate mensup olmayan yazarlar da bir alem. Sayın Salih Mirzabeyoğlu: “Fikir, kendini teklif etmektir“ der… Yani sen bütün her şeyi hesaba çekebiliyor musun ki, sana verilen bir köşe de veya kitaplarında, insanlara, bir cemaate ve öndere bağlı olmadığın halde konuşuyorsun!.. Cemaati yok, tek başına… E o zaman önder sensin! Ama önder de olmadığına göre olmuyor işte işler böyle… Cemaatsiz adam, müslümanların da tek başına bir köşesinde durmasını kendi hal diliyle isteyen adam demektir. Bu ne demek oluyor? Bu ümmetin bir araya gelmemesi ve tek tek kalıp kafirlere ilimde, ticarette ve zulüm altında ezilmesi demek…

Aşk arayan müslümanların dünyaya kazık kakması, aşkla fani bir insanı aşırı sevip, kendini ona adaması gerçek bir dindar olmaması demektir. Çünkü sevilen insan din gibi, Allah ve Peygamber gibi sevilmez. İkinci derecede sevilir bunlar. Kimse kusura bakmasın… Şu bir türlü İslam’a göre olamayan kişilikler, bir müslümana küsen, hakaret eden yapılar, kendini millete baktırmak için giyinen müslümanlar, paracı tipler, kendi cemaatindeki insana hakaret edenler…Peki bütün bu olanlar ne demek?.. Bozulmuş olmak demek…

Artık yazımızı bitirelim… Gerçek olan aslında şudur: Müslümanlar İslam’ı bilmiyorlar, bilmedikleri halde böyle kalmak ve kulaklarını tıkamak hoşlarına gidiyor. Çünkü inandıkları sahte dünya bozulacak ve hazcı hayatları sona erecek. Dolayısıyla öğrendikleri dini teklifler onların hoşlarına gitmeyecek… İslam’ı bilenler ise dini kendine uygulamıyor. Çünkü onlarda dini hükümleri uygulamayı ve rahatlarının bozulmasını istemiyorlar… Müslümanlar sonuçta istemediği için İslam’a göre adam olamıyor aslında. Çünkü istemek yapmaktır ve olmaktır…

15.06.2007 - Mehmet Altın

ne diyelim dogruluk payı

ne diyelim dogruluk payı çok içinde bile olsak bazen muhalif düşünmek insanın ufkunu açısını dikkatini değiştiriyor bazen kabuğu kırıp dışardan bakmak lazım ama nedense herkes kusursuz hep bir mazeret hakim eee öyle oluncada değişmek zor Allah bizleri cemaatlerimizi milletimizi ...iyilikle ıslah etsin inş.

16.06.2007 - Ziyaretci

Konular