ŞEHVET VE HAYÂSIZLIK HASTALIĞI

Fuhuş ve fahişe ticaretinin bu şekilde yayılıp dal-budak sal­ması, herkesin kolayca elde edebileceği bir nesne haline gelme­si şehvet ve hayasızlığın neticesidir.
Şehevî hisleri tahrik eden uçkur edebiyatı, resimler, sinemalar, tiyatro ve dans salonları bu neticeyi hazırlayan propaganda vasıtaları olarak zikredile­bilir.

Kapitalizm, korkunç bir egoizmle, bir istilâ ordusu misali, her tarafı işgal etmiş, her türlü teknik imkânlardan faydalanarak halkın şehevî hislerini kamçılamış, bu suretle mesaisini sürdür­müş ve menfaatlerini korumasını bilmiştir. Yularını koparan bey­gir gibi, hadiseler alabildiğine genişlemiştir.
Günlük ve haftalık gazete, resimli mecmua, onbeş günlük veya aylık dergiler, seks makaleleri, fuhuşla ilgili fıkralar, utanç verici resimler neşretmek suretiyle tirajlarını artırmanın yollarını aramışlardır. Baskı adedi arttıkça fuhuş çoğalmış, fuhuş arttıkça da tiraj çoğalmıştır. Bu neticeyi elde etmek için en ince zekâ oyunları kullanılmış; sanat, resim, psikoloji ve ilmin diğer fakül­teleri bu yolda seferber edilmiştir. Bütün bu faaliyetlerin gayesi tekti:
-Avı iyi yakalamak, tuzağı mükemmel şekilde kurmak, bu suretle kaçmasına asla fırsat vermemek...
Bunlar bir tarafa, seksle ilgili meseleler hakkında yazılan makaleler ve neşredilen resimlerin bir araya getirilmek suretiyle müstakil risale ve kitaplar halinde basılıp dağıtılması öyle bir genişlik ve vüs'at kazandı ki, bunlardan her birinin baskısı, elli-bini, yüzbini aştı.
Çok kere bahis mevzuu risale ve kitapların kısa bir zaman içinde altı, yedi defa arka arkaya tab'edildiğine şahit olmaktayız. Hatta bir kısmı basımevleri, neşriyat yurtları başka kitap, risale ve mecmua basmamakta, sadece bu tip eser­leri neşretmektedir. Bu şekilde, kendi işlerinde çalışan kalem er­babına şöhret, izzet, şeref ve haysiyet sağlandı. Artık zamanı­mızda seks kitabı yazmak veya uçkur edebiyatı nevinden eserler neşretmek moda oldu. Hatta, böyle bir eser rağbet görür de değer kazanırsa, yazar aranıp bulunur, Fransız Akademisi­ne âza seçilir, hiç olmazsa kendisi bir (Croix d'honneur) şeref haçı Fransanın en yüksek madalyası ile taltif edilirdi.

Hükûmet ve devlet bütün bu rezaletlere rahatlıkla, huzur-u kalble seyirci kalmaktaydı. Hatta seyirci kalmak şöyle dursun, üstelik bu tip faaliyetlere yardım da ediyordu. Bazan iş çığnn-dan çıkar ve meseleye polis elkoyar. Fakat polis bu türlü vak'aları doğrusu istemeyerek takip eder, çok defa da hadiseyi kapatır. Eğer böyle bir vak'a adlî mercilere getirilirse, çok muh­temeldir ki, işe el koyan geniş mezhepli sayın (!) yargıçlar, sa­dece nasihatle işi geçiştirir, yahut da bir-iki tekdir cümlesiyle suçlular serbest bırakılır. Çünkü... Çünkü adalet sandalyesinde oturan bu zevat-ı kiram (!), o mahut edebiyattan veya fiillerden bizzat müstefid olmuş kimselerdir.

Hatta bu muhterem hâkim ve savcılar, bahsi geçen edebî fa­aliyetlere belki de kalemleriyle iştirak etmiş bulunuyorlardı. Ara­larında, tesadüfen, otoriter ve muhafazakâr bir ceza hâkimi el­bette mevcuttu. Eskaza, böyle bir şahsiyet, tasvir ettiğimiz câniyâne ve hayasızca muamelelerden bahsetmek isterse yandı­ğı gündü. Zira sloganlar hazırdı. Hemen "adaletsizlik"ten dem vurulur, ithamlar yağdırılırdı. Meşhur edip ve muharrirler de derhal işe karışır, hep birlikte, ceza hâkimine hücum başlardı. Gazeteler ve benzeri yayın organları vasıtasiyle feryatlar ayyuka çıkarırdı:

-Filân hâkim ve savcı, sanat ve edebiyatın ilerlemesine mani olmaya çalışmakta, bu gibi faaliyetleri öldürmek için havada nefes alma payı bile bırakmamaktadır. Karanlık devirlerin zih­niyetiyle hareket etmekte, ahlâkın gerçek mânâsını anlamamak­tadır.

Ve ilâve ederler:

-Güzel sanatları baltalıyor, edebî gelişmeleri durdurmak isti­yor...
Şimdi anlaşılıyor değil mi, güzel sanatların nasıl geliştiği, ne şekilde terakki ettiği? Çıplak kadın resimleriyle seksüel muame­leleri tasvir eden neşriyatın bu babdaki rolü... Hele bunlardan albümler yapılır, onbinlerce, yüzbinlercesi piyasaya sürülür, çarşı ve pazarlarda, otel, lokanta, çayhane, kahvehane ve ben­zeri yerlerde alenen teşhir edilirse... Bununla da iktifa edilmez, yaşlı başlı insanların gidebileceği mahallere kadar genişletilir ve büyük bir mikyasta mekteplere sokulursa....

"Milletlerarası Fuhuşla Mücadele Cemiyeti"nin ikinci umumî kongresinde, üyelerden Emile Pouresy, verdiği raporda şöyle demektedir:

"Bu aşağının bayağısı resim ve fotoğraflar vatandaşların zihnî inkişafını fecî şekilde bozarak cemiyet hayatında heyecan ve ihtilâl yaratmaktadır. Bunların zavallı ve talihsiz müşterileri de bu sebeple cinayetten cinayete sürüklenmekte, hayatları al­tüst olmaktadır.
Öyle korkunç cinayetler ki, tasavvuru bile insa­na dehşet vermektedir. Hele yeni yetişen genç kız ve erkekler üzerinde tevlit ettiği kötü neticeler saymakla bitmez. Binlerce mektep talebesi, bahsi geçen neşriyatın tesiriyle, ahlâkî ve bedenî rahatsızlıklar geçirmektedir. Bilhassa kızlar için bu tehli­ke daha ciddî ve ehemmiyetlidir."
işte güzel sanatların gelişmesi bahsinde, tiyatroların, sine­maların, musiki salonlarının, kahvehane, çayhane ve gazinoların, hep birlikte içinde bulundukları hizmet yarışı... Üstelik bura­ların ismi de "eğlence yeri"dir.
Meselâ Fransız yüksek sosyetesinin ve asilzade sınıfının çok sevdiği, pek beğendiği ve hayran hayran seyrettiği tiyatro tem­silleri muhteva olarak, istisnasız, hep seksüel mevzularla dolu­dur. Bu eserlerin bariz vasfı şudur:
Temsiller, ahlâk noktai nazarından çok çirkin, en iğrenç ve en yırtık açık-saçıklık mevzularını işletmekte ve bunlar Fransız vatandaşları için "özenilecek hayat safhaları" veya "en güzel örnekler" halinde takdim edilmektedir.
Yine Paul Bureau'nun anlattığına göre:
"- Tiyatro yazarlarımız, otuz-kırk senelik çalışmalariyle aslın­da içtimaî hayatımızın portresini çizmişlerdir. Buna bakan bir kimse, medenî bünyemizin ve sosyal yapımızın mahiyeti hakkın­da derhal kesin bir fikre sahip olabilir.
Şu kadarını söylemek kâfidir ki, bizim sosyetemizde, evlenen çiftlerin hepsi, aile mües­sesesine kâfi derecede sadakat ve vefakârlık göstermemektedir. Hatta diyebiliriz ki, ekseriyetle hıyanet içindedirler. Böyle bir vasatta koca, ya etrafında cereyan eden hadiselere karşı vur­dumduymaz ve ahmak bir tavrın sahibidir veya karısının gö­zünde baş belâsı... Kadının en bariz vasfı ise, kocasından bıktı­ğı zaman, her fırsatı gözleyici bir ruh hali içinde, daima hazır olmasıdır."

"Yüksek sosyete" denilen sınıfın eğlence yeri sayılan tiyotro-lar böyle olursa, halkın devam ettiği mahallelerin nasıl bir feca­at arzedeceğini tahmin etmek pek o kadar zor olmasa gerektir. İşsiz güçsüzlerin, başıboşların, serserilerin bir araya gelerek, en çirkin sözleri ve hareketleri, jest ve mimikleri, anadan doğma çıplak insanları seyretmek hususunda can atacaklarnıdan emin olmak lâzımdır.
Bu rezaletleri, bayağı sahneleri seyrederler. Ar ve hayadan ise bahis bile yok. Hiç utanmadan, sıkılmadan, ayaklarını yere vurmak suretiyle tepinirler, hoplayıp zıplarlar. Bundan başka, neşir organlarına verilen rengârenk ilânlarla
halk böyle yerlere dâvet edilir, herkesin görebileceği mahaller* resim ve afişler asılır. "İşte"derler, "sizin şehevî hislerinizi, behimî arzularınızı bu şekilde tahrik edecek ve harekete geçire­ceğiz." Bu gayeyi temin hususunda her şey hazırlanmıştır.

Ve ilâve ederler:

"- Sahnemizde teklif-tekellüf yoktur. Herşey realist bir görüv le sizlere takdim edilmektedir."

Yani bu gibi yerlerde, akla gelen her türlü muamele kolayca icra edilebilir. Emile Pouresy, bahsi geçen raporunda, muhtelif yerlerdeki incelemeleri neticesinde topladığı malûmatı çeşitli mi-sallar halinde zikreder. Bu zat, eğlence yerlerini teker teker gez­miş, gerekli notlan tutmuş ve bu malûmatı alfabetik bir tertip dahilinde neşretmiştir:
"- B.de
Artistin (kadın) söz (monolog) ve hareketleri tamarniyle fahi­şeleri andırıyordu. Perde açıldıktan sonra görünen şaşırtıcı manzaralar... Neler var neler... Cinsî münasebet sahneleri ne­redeyse bütün figürleriyle icra edilmektedir. Seyirci adedi bin ci­varında... Çoğu kendini bilen, ağırbaşlı insanlara benzemekte­dir. Fakat sahnede tekrarlanan bayağı hareketleri görünce 'yaşa, varol avazeleriyle artistleri alkışlıyorlardı.
N.de:
Hafif müzik, arada hafif şarkılar... Bunlara refakat eden jest ve mimikler... Fakat gayet müstehcen ve hayasızca... Burada da küçük yaşta çocuklar... Anne ve babalariyle birlikte oturup tem sili seyretmektedir. Hayasızlık ve bayağılık sahneleri birbirini takip ettikçe, alkışlar da şiddetlenmekte...
Lde:
Seyircilerin sonu gelmeyen alkış ve tezahüratı, artisti, beş defa, arka arkaya sahneye dönmeye mecbur etti. Nihayet rolü­nü, gayet müstehcen ve seksüel arzuları gıcıklayıcı bir tavırla profesyonel fahişelere has hareketlerle bitirdi:
R.de:
Seyircilerde, bermutad, bitmeyen alkışlar... Açık-saçık bir seks sahnesinin tekrarlanmasını arzu ediyorlardı. Artist, oyunu tekrarladıkça seyircilerde coşkunluk artıyor ve yeni talepler bir­birini takip ediyordu. Nihayet artist galeyana geldi ve:

"- Sizde hiç utanma yok mu? Görmüyor musunuz, salonda bir yığın küçük yaşta çocuk var?" diyerek rolünü tamamlama­dan sahneden ayrıldı.
Oyun o kadar müstehcen ve hayasızca idi ki, alelâde pis iş­lerle uğraşan adi bir kadın bile, kolay kolay buna tahammül göstermemişti.
Z.de:

Rezalet üstüne rezalet... Gösteri bittikten sonra artistler pi­yangoya çıkarıldı. Biletleri, kurada ismi okunan artist, son san­tim (para ölçüsü) mukabilinde bizzat kendi eliyle satmaktaydı. İsmi seyircilerden hangi erkeğe isabet ederse, artist geceyi onunla geçirecekti. Oyunun şartı buydu

Paul Bureau'nun yazdığına göre, çok kere kadınlar, anadan doğma, çırılçıplak sahneye çıkarılmaktaydı. Vücutlarında, örtü namına örümcek ağı inceliğinde olsun, herhangi bir elbise bu­lunmamaktaydı.
Adolph Bresson, meşhur Fransız gazetesi "Le Temps"da bu husus üzerinde bilhassa durmuş ve şöyle yazmıştı:
"Rezalet o kadar ilerlemişti ki, sahnede yalnız kadın erkek muamelesi eksikti."
Doğrusu şudur ki, sanat (!) hareketlerinin tekâmülü namına bahis mevzuu işin de sahnede aynen icra edilmesi gerekirdi (!).
Gebeliği önleyici tedbirler ve cinsî bilgiler ismiyle uydurma bir ilim şubesi ihdas edildi. Üstelik, bu gibi çalışmalara tıbbî bir mahiyet verildi.
Hayasızlık burada da son haddini bulmuştu. Halktaki ahlâk ölçülerini yıkmak hususunda cinsel bilim büyük hizmetler görüyordu. Umumî yerlerde toplantılar tertiplenmekte, nutuk ve konferanslarla, resimlerle, teşrihî usullerle gebe kalmak veya kalmamak hususunda veya gebeliği önleyici tedbirler bah­sinde, meşhur sihirli lâmba ile, bu neticeye götürücü bütün âlet ve vasıtalar, birer birer, mufassalan anlatılmaktaydı. Bu gibi fa­aliyetlere üstelik "ilim" deniyordu.
Cinsî bilgiler veren kitaplar­da, insan vücudunun anatomisinden tutunuz da, seks hareketle­rinin ne şekilde icra edileceğine varıncaya kadar, her türlü malûmatı bulmak mümkündür. Üstelik bu gibi şeyler açıkça ya­zılmaktaydı. Gizlilik namında hiçbir şey kalmamıştı. İlim, işin çirkin tarafını örten bir kamuflajdan başka birşey değildi.
Tâ ki, itiraz edilecek bir husus bulunmasın veya hiç kimsede itiraza mecal kalmasın. Hatta, bu gibi faaliyetlerin istenilen şekilde iler­lemesini temin bakımından izah ettiğimiz hususlara "İlim Yoluy­la Halka Hizmet" adını takmışlardı. Ve demişlerdir ki:
"Bazı kimseler cinsî muameleler bahsinde hatalı bir yol tutar ve neticede bundan zarar görür. Biz bu bahsi geçen yanlış ina­nışları düzeltiyor ve kendilerini zarara uğramak tehlikesinden kurtarmak istiyoruz."
Fakat meselenin gerçek yönü başkadır. Seksüel yayınlarda sadece tek bir gaye takip edilmektedir:
Kadınlarla erkeklerin, yeni yetişen genç neslin ahlâkını boz­mak; onları bayağılığa sürüklemek suretiyle cepleri doldur­mak...
Bu gibi neşriyat sayesinde, henüz mekteplerde okuyan kız çocukları, hakikî ve tabiî rüşd çağına ulaşmadan, cinsiyet mese­leleri hakkında, on senelik evli kadınlardan daha fazla bilgi sa­hibi olmaktadırlar.

Bu hal, yeni yetişen ve henüz reşit olmayan erkek çocuklarda da müşahede edilmektedir. Demek oluyor ki, her iki cinste de, bahsettiğimiz tesirler sebebiyle, cinsî temayül­ler, normal bulûğ çağından daha evvel uyanmakta ve seksüel faaliyetler körpe dimağlar için dehşetli bir merak mevzuu haline gelmektedir.
Henüz gençlik çağına girmeden, vücûd itibariyle tabiî gelişmelere meydan kalmadan, bu nesiller behimî' ve şehevî arzuların girdabına kapılıp gidiyorlar. Her ne kadar nikâh bahsinde muayyen bir yaş haddinden bahsedilebilirse de, bu gibi işler için vasatî bir yaş bahis mevzuu değildir. On ve oniki yaşındaki kız ve erkek çocuklar arısında bu gibi faali­yetlerin çoktan başladığını görmekteyiz.

2 yorum

Sayın mehmederden

SELAMUN ALEYKÜM . Sayın mehmederden . Kendi acizane tavsiyem şehvet adına nefsinize hoş gelen ne varsa terk ediniz . Bakması haram olan şeylere bakmayınız . Her baktığınızda ESTAĞFİRULLAH çekip tövbe ediniz . Ayrıca bildiğim kadarı ile pazartesi ve perşembe günleri ALLAH RIZASI için oruç tutmak da faydalıdır . Bir de ben mesela artık tele(fitne)vizyon izlememeye gayret ediyorum hatta izlemiyorum gibi bir şey . Malumunuz her program da çıplaklık veya muadili konular var . Tabiki benim kendi antibiyotiklerim bunlar . Hepsini her zaman kullanamasam da . Yine de işe yarıyor . İsterseniz deneyiniz . Okuyan arkadaşlar haklarını helal etsinler . SELAMETLE .



"Her canlı bir gün ölümü tadacaktır!"

14.05.2007 - hanova

Şehvet ve arzuyu terk

Şehvet ve arzuyu terk İÇİN NELER YAPKAM LAZIMDIR. bU KONUYA YER VERİLMEMİŞTİR.
bU KOMNU İLE İLGİL BİLGİ,BELGE GÖNDERİRSENİZ MEMNUN OLURUZ....

14.05.2007 - mehmederden