Emânete Hıyanet Etmekten Sakınmak

"Emâneti sana emanet eden (sahibine) ver. Sana hıyanet edene dahî hıyanet etme" (Ebû Davud c. 3, s. 290).

Değerli Gençler!
Emânete riâyet, imanın kemâl derecesine ulaş­masına ve insanlar arasında itimat ve mahabbetin devamına sebeptir. Emânete hıyanet, imanın zeva­line ve halkın arasında güvensizliğin yayılmasına müessir olmaktadır.

Emânet "korunup saklanması ve eksiksiz olarak sahibine iâde edilmesi gereken şey" demektir. Ko­runması gereken şey, bir mal olabileceği gibi, bir namus ve milletin geleceğiyle ilgili bir devlet sırrı da olabilir. Hangi çeşit emanet olursa olsun, onu koru­mamak hıyanet suçu işlemek olur.

Emâneti muhafaza, imanın ayrılmaz bir lâzımıdır. Bir şahsın emânete hıyanet etmesi, iman direklerin­den birini çökertmesi demektir. Bu iddiamızı gün ışığına çıkaran bir hadisi nebevide şöyle buyrulmaktadır.

Üç (şey) kimde (toplanmış) olursa oruç tutsa, namaz kılsa, hac ve umre yapmış olsa ve ben müs-lümanım dese de- o kimse münafıktır: "(Bir şey) ha­ber verdiğinde yalan söyler. (İyilik yapmayı) vadet-se sözünde durmaz. (Kendisine bir şey) emanet olunduğu vakit hıyanet eder" (et-Tergib ve't-Terhib c. 3, s. 594).

Asr-ı saadette sözünde durmayan bir kimse par­makla gösterilecek kadar azdı. Aradan geçen za­man içinde İslâm'ın ruhundan o derece uzaklaşma oldu ki, büyük şehirlerde bile emânete riâyet eden ve sözünde duran insanlar, parmakla gösterilecek kadar azaldı. O derecede ki, çok kere, yaşayanlar­dan örnek vermek mümkün olamamakta ve "vaktiyle filan sülâle içinde sözüne güvenilir bir adam var­mış" denilmektedir.

Emânete hıyanet edenlerin güvenilir bir insan gi­bi itibar görüşü, emin kişilerin hâinmiş gibi hor görül­mesi, İslâm şuuruna ne kadar yabancı kaldığımızın acı bir delilidir. Akılların muallimi ve İslami hüküm­lerin mübelliği bulunan Resûl-i âlişan Efendimiz şu mühim uyarıyı yapmaktadır:

"Emânet(e riâyet)i olmayanın imanı yoktur. Söz­leşmesine sadâkat) olmayanın dini(ne bağlılığı) yoktur" (feyz'ül-kadir c. 6, s. 381).

Faziletli Gençler!
İnsanlar, Peygamber (s.a.v.)nin asrından uzak­laştıkça o devrin pırıl pırıl ahlâkını ihmal etmeye başladılar. Önce, faziletleri terkederek kerahete bulaştılar. Daha sonra, farzları terkeder oldular. On­ları bu hâl üzerinde bulan yeni nesiller, ihmallere yenilenni eklediler. İslâm memleketinde dinî ölçüle­re yabancı kalmış toplulukların halleri çok elem ve­ricidir. Bu acı durumu dile getiren Akif Bey şöyle de­mektedir:

Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfzı bi med­lûl,
Yalan rayiç, hıyanet mültezem, her yerde Hak mechul.
Yaşadığı asırda yüz yılların ötesini gören Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şu açıklamayı yapmaktadır:

"İnsanlardan ilk önce kaldırılacak olan şey, ema­nete riayet)tir. Dinlerinden en son kalkaacak olan namazdır. (Görünüşte) nice namaz kılan vardır ki onun Allah katında (sevaptan) hiçbir nasibi yoktur" (Feyz. C. 3, s. 87).

Emanete riâyetten söz açılınca, millet ve memle­ket hizmetlerinde işin ehil olanlara verilmesinin önemini dile getirmek istiyorum. Bir vazifenin onu yapmaya ehil olan kimseye verilmesi, toplum haya­tının ahengi noktasından şarttır.

İctimâî hayatın nizamını, huzur ve saadetini temin etmek ve halkımızı muâsır melletler seviyesine yük­seltebilmek için insanların umumunu alâkadar eden hizmetleri ehil kimselere vermek zarureti vardır. Mil­let ve memleket işlerinin ehil olmayan şahıslara ve­rilmesi, işlerin aksamasına, terakkinin duraklaması­na, halkın sıkıntıya düşmesine ve iş başında bulu­nanlardan şikâyet etmesine sebep olur. Cemiyeti kuşatan huzursuzluk, her gün biraz daha artarak ahlâki esasların sarsılmasına yol açar.

Vazifenin ehli, işi kusursuz olarak görecek ilmî di­rayete ve hizmeti tam olarak yapacak ahlâki salâ-bete sahip kimse demektir. Böyle bir kimse, üzerine aldığı vazifeyi kendi işinden üstün tutar ve yüklen­diği hizmetin ilâhi bir emanet olduğunu bilir.
Vatan ve millet hizmetlerini yürütmekle vazifeli bulunan bir idareci, "adama iş bulma" zihniyetine kapılmamalı ve işe ehil olan kimseyi araştırmayı prensip hâline getirmelidir. Bu ölçüyü dikkate al­mayan bir idareci, memleket işlerini çıkmaza sok­muş olur.

Aksayan hizmetleri yaptırabilmek için, dirayetsiz vazifeliyi değiştirmek yerine, beceriksiz bir şahsı ona yardımcı olarak verme yanlışına saplanır. İkinci tayin olunan şahıs, daha önce vazifelendirilmiş kişi­den üstün olmadığı için netice değişmez ve aksa­yan hizmetler, halkı, haklı şikâyetlere sevkeden Bir­kaç kişinin başarabileceği bir iş, birçok kimse ile halledilemeyecek hâle gelir.

İşe adam tayininde yapılacak hatalı tercihler, devlet ve millet malının zararına yol açar. Bazı kim­selere iş bulma gayretiyle hareket ederken, işin beklediği ehliyeti dikkatten uzak tutmak, bir kişilik işi onbir kişiye gördürme alışkanlığını ortaya çıkarır. Bu hatalı tutum, tufeyli (asalak) bir güruhun türeyip üre­mesine ve milletin sırtına yük olmasına sebep olur. Bu hususta bizi uyaran Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Kim bir topluluk içinde Allah'ın rızası için daha uygun kimse bulunduğu halde, sıradan (ehliyetsiz) bir adamı çalıştırırsa, hem Allah'a ve Resulüne, hem de mü'minlere hıyanet etmiş olur" (Feyz'ül-kadir c. 6, s. 56).
Emanetin ehline verilmesini ihtar edenbir hadis-i nebevi meali ile mevzuu noktalamak istiyorum: "İş, ehli olmayana tevdi edilince kıyametin kopmasını gözetleyin" (Buharî c, 1, s. 21).


YİRMİ İKİNCİ ÖĞÜT BITTI

1 yorum

ÇOK GÜZEL BİR YAZI OLMUŞ

ÇOK GÜZEL BİR YAZI OLMUŞ

20.02.2012 - Ziyaretci2