Kilitsiz Esaretimiz

Televizyon dizileri, sosyal hayatımızda çok önemli bir etkiye sahiptir. İzleyenlerin maruz kaldığı mesajlar toplu bir fikir ve kültür değişimine sebebiyet vermekte. Toplumumuza gösterilen yaşantı biçimleri, kültürümüzde olmayan, bizi yansıtmayan, toplum yapımıza aykırı olan; şiddet, argo, cinsellik, yabancılık içerikli yayınlarda etkilendiğimiz yabancı kültür, etkisiyle halkı kuşatmış, kendimizde olmayanı bizlere yaşatmış ve yaşatmaya da devam etmektedir.
Olumlu sosyal-kültürel etkinlik ve verimli zaman değerlendirmesi yeteneği ve bilincinden uzak olan televizyon izleme kültürümüz, televizyon karşısında hayatımızın büyük bir kısmının heba edilmesine yol açmıştır. Vakit değerlendirme kültürümüzü sadece ‘televizyon izlemek’ oluşturmaktadır. Bu da önemli meşguliyetlere ayrılacak değerli vaktimizin zararlı yayınlarla kirlenmesine sebebiyet vermektedir.
Televizyon kanallarının hemen hepsindeki diziler, çeşitli bilinçaltı teknikleriyle izleyici toplarlar. Konu ve içerik bakımından çekim potansiyelini de malum zararlı özellikleri oluşturur: özenti, normalde olmayana merak, cinsellik, şiddet… Dizi seyircileri yaşına, ilgi alanlarına, kişisel özelliklerine ve içinde bulunduğu ailesel – çevresel şartlara göre çeşitli şeyleri izlerler. Lise hayatını anlatan dizleri genç liseliler, aile içi çekişmeleri ve entrikaları ev kadınları, siyasal olayları ve politik gerilimi anlatan dizleri beyler, mafya ve yer altı hayatını anlatan dizileri genç ve orta yaşlı erkekler, üniversiteli-gençlik dizilerini yine gençler-öğrenciler takip etmektedir. Bunlara da dayanarak diyebiliriz ki: ‘Yayıncılar dizilerini izlettirecek kitleyi senaryolarıyla seçebilirler.’. Yani her kesime her zaman hitap ederek izleyici kitlesi kazanabilirler, hepimiz dizi etkisi altındayız…
Televizyon dizilerinin en temel olumsuz özelliği ise günlük hayatta karşılaşılamayacak, sosyal hayatta asla bulunamayacak kişilerin hayatını bize anlatıp, tabiri caizse ‘kandırması’dır. Bu tür aşırılık, normal dışı ahlaksızlık örnekleri bizlere artık normal gelmektedir. Bir burun hareketiyle zamanı durduran ‘Bücür Cadı’lar, yabancı erkeklerle kendi eşiymiş gibi ilişkiler kuran ‘Bihter’ler, tek tabancasıyla on kişiyi haklayan ‘Polat’lar, mermilerle kalbura da dönse dakikalarca vuruşan ‘Deliyürek’ler, çocuklarının yanında tartışma bile yapmayıp mutfakta birbirini yiyen ‘Meltem ve Haluk’lar…
Doğru olmadığı halde doğruymuş gibi izleyip hayran kaldığımız bu modern zaman masalları, izleme beğenimizi ‘sıradışı’na doğru çekmektedir. Ahlakın normal olmayanı, aile ilişkisinin ve değerlerin normal olmayanı; arkadaşlığın, cesaretin, eğlencenin, kısacası hayatımızda bir ölçüsü ve sınırı olan her şeyin normal olmayanını, kuraldışı ve aykırı olanını görmeye odaklanıyoruz. Ahlaksız tavırlar, aile içi problemler, tembellik ve vurdumduymazlık bize normal gibi geliyor. Çevremizde dizilerin etkisiyle görmeye başladığımız bu yeni dünya bize doğru olan veya gerçek olan gibi geliyor. Olmayacak olan, olabilirmiş gibi geliyor. Boşanmak kaç yıldır bizim için normal? Evlenmeden birliktelik, arkadaş gibi seviyesiz ebeveyn-çocuk ilişkileri, fütursuz eğlence-gece yaşantısı ne zamandan beri bizim için normal? Ne zamandan beri evinin hanımı olan annelerimiz alışveriş merkezlerine, kadın programlarına, konken partilerine gitmeye başladı? Biz hiç denize gidip kumsal yaşantısı yaşadık mı?
Konfüçyus, “Bir milleti parçalamak ve yıkmak için sahnesine el atılır.” diyor. Gerçekten de halkımız ciddi bir şekilde tahribe uğradı sahnesinin bozulmasından dolayı. Neleri izlemedik ki dizilerde… Zihinlerimize işlenen ahlaksız fikir, davranış ve hayat tarzları, bizleri sahip olduğumuz yüce ahlak ve adalet öğretisinden uzaklaştırıp, benliğimizden mahrum bırakmaktadır. Elimizde olan sınırsız kaynakları kullanamamamız da bundandır. Türk – İslam toplum an’anesince uygulayageldiğimiz öz davranışlarımızdan koptuk. Ahlak cevherimizden sıyrılıp yanlış tavırlara yöneldik. Ecdadımızın bırakıp gittiği yüce düsturları elimizin tersiyle itip bambaşka bir hayata yelken açtık. Kimliğimize işli kutsal değerleri unuttuk. Sosyal yaşantımızda, ev ahalisiyle, iş ahlakımızla, toplum bilincimizle başkalarına örnek olacakken, bunların tamamen zıtlarını başkalarından örnek aldık, yanlış kişilere özendik.
Seyirci olarak bizlerin tavrı dizilerin gelişiminde önemli bir etkiye sahiptir. Akşam izlediği Kurtlar Vadisi’nden sonra arkadaşını bıçaklayan, bazı gençlik dizilerinden etkilenip okuldan soğuyan, kız arkadaş bulan, entrikalara kanıp ‘kocam bana ilgi göstermiyor’ deyip eşinden boşanan, erkek arkadaşıyla başka şehirlere kaçan, internetten tanıştığı kişiyle evlilik kurup sonra boşanan hep biziz. Elimizdeki kumandanın bir tek tuşu bizi bundan kurtarabilecekken, parlak televizyon ekranından gözlerimizi ayıramamamızı sağlayan budur. Gördüğümüz yanlış bir davranışta ‘bu da ne’ deyip kanalı değiştirip gerekirse ilgili makamlara şikâyet edebilecekken ‘dur bakayım neymiş’, ‘bakayım başka ne olmuş’, ‘ne yapacak acaba’ diyip kendimizi verdiğimiz zaman artık ekrandaki o süper kahramanın değil kendimizin de öyle bir tavır takındığına şahit oluruz.
Televizyon dizileri, doğal olmayan zararlı şeyleri gösterdiği gibi; doğal olanlarını, bizim de yapabileceğimiz bazı şeyleri de fütursuzca ekrana getirmektedir. Bu tür görüntüler ne kadar doğal da olsa, gösterilmemesi gerekebilir. Cinayet sahneleri, yasadışı eylem görüntüleri, karı-koca arası münasebetler de bunlara örnektir. Kafa kesme, topuktan vurma, madde kullanma gibi bu tür görüntülerle birlikte; kopya çekme, kavga etme, küfür etme gibi davranışlar da gösterildiği takdirde izleyenlerde olumsuz etki oluşturacak şeylerdir. Bir çocuk pekâlâ Muro’dan küfür, Polat’tan kavga, Cem Yılmaz’dan da el hareketleri öğrenebilir. Genç bir arkadaşımız keyifle sigara içme, sarhoşluk içerisinde madde çekme ve kız arkadaşlarla gezip tozma örneklerini pekâlâ dizilerden görebilir. Televizyon yayın kontrol otoritelerinin geniş filtre felsefesinden dolayı, bu tür olumsuzluklar sihirli kutuyla evlerimize girip bizleri rahatsız edebilmektedir.
Televizyondan racon kesmeyi öğrenen liseli öğrencinin satırla canına kıydığı öğretmeninin, lise dizilerinden etkilenip uyuşturucuya başlayan genç kızın altın vuruşunun, babasına diziden öğrendiği küfrü söyleyen çocuğun yediği tokadın suçlusu acaba kim? Kanlı sahneleri gören küçük kızın gece gördüğü kâbusların, diziden etkilenip ateşle oynayan çocuğun yaktığı evin, Pikaçu’ya özenip kendini camdan atan çocuğun sebebi kimlerdir? Televizyon dizileri şüphesiz bizim bilmediğimiz onlarca kötü işi bizlere öğretmektedir. Babanın sözünü dinlememeyi, dedeyle bunak diye dalga geçmeyi, annenin dediğini yapmamayı, kardeşlerle kavga etmeyi kimden gördük ki?
Saygıdan, adaletten, ahlaki değerlerden, toplumsal düşünce yapısı ve vecibelerimizden başka her şeyi içeren yayınları izleyen kişilerin bunları yapması nasıl beklenebilir? Haberdar edilmediğimiz kültürel varlığımız, saygısızlık ve gafillik içerisinde ‘gericiler’ olarak gördüğümüz –bize öyle gösterilen- ecdadımız kişiliğimizin hangi noktasında etki gösterebilir? Tabi ki inandığını yaşamayanın yaşadığına inanması gibi biz de artık gördüğümüzü kabul edip görmediğimizi kabul etmeyeceğiz. Bunda haklı olacağız çünkü testi içindekini sızdırır… Dedesine saygı göstermediği için küçük çocuğuna kızan baba haksızdır, eğer ki onun çocuğunun da gözleri televizyona odaklıysa. Bu da şunu söyler: televizyon dizilerimiz bizden olmalı. Televizyon ekranında gördüğümüz tipi kahvehanede, okulda, işte görebilmeliyiz; içimizdekinin en iyisini anlatmalı ki doğru olanı örnek alalım.
Bu noktada iş seyirci olarak bizlere düşmektedir. Yayın bizim ülkemizde, bizim televizyonlarımızdan yapılıyor. Bizim paramızla aldığımız televizyondan bize kötülük satmalarını asla kabul etmemeliyiz. Yayın kontrol otoritelerinden önce kumandanın hâkimi olarak büyük görev bizlere düşmektedir. İzleyeceğimiz yayının kalitesini kanal değiştirerek artırabilir, kalitesiz yayınların izlenme oranının artmasına kanal değiştirerek engel olabilir ve böylece kalitesiz yapımı istemediğimizi ortaya koyabiliriz. Uygunsuz dizi yayınlarının reklamını yapmayarak, tepkimizi toplum içinde dillendirerek haklı olan ‘televizyona hükmetme’ yetkimizi elimize alabiliriz. Pekala, tanıdıklarımızı da bu tür yayınlardan kurtaracak olan da bizleriz. Hekimoğlu İsmail, “Televizyonlu odadan televizyonsuz odaya geçmek hicrettir.” demiştir. Bu söz, televizyondan vazgeçmenin zorluğunu ortaya koymakla beraber yapılan eylemin de ne kadar gerekli ve önemli bir vazife olduğunu anlatmaktadır.
Televizyona esir olmayıp ona hükmetmek, gayet zor bir görevdir. Yayıncılar ellerinden gelen her türlü çabayla yayınları bilinçsiz izleyiciye izletmeye çalışmaktadır. İzlediğinden haberi olan izleyici ise, ‘akıllı işaretler’e gerek kalmadan kendi kendine hâkim olabilecek, uygunsuz yayın karşısında iradesini gösterebilecektir. Bilgi sahibi bir izleyici olarak bizler de doğru adımları atmalıyız.




----
NOT: Bu yazı Kasım 2009'da İstanbul Burç Fen Lisesi'ndeki Sosyal Bilimler Forum Yarışması'nda 5.lik almıştır.


2 yorum

RTÜK,KONTROL MEKANİZMALARI

Yazının bir yerinde "gerekli kurumlara,mercilere şikayet etmeliyiz." gibisinden bir ibare geçiyor.
Buradan öncelikle tüm genç emsallerime,sonra da tüm mümin kardeşlerime sesleniyorum:
RTÜK gibi ciddi bir kurumun baştan aşağıya yeni bir yapılanmaya ihtiyacı yok mu?Eğer görevini yapamıyorsa bu "televizyon illetini" çeşitli otokontrol mekanizmalarıyla bir an önce kontrol altına almak gerekir, diye düşünüyorum.Bu yazı okuyan sizlerden bahsetiğim "otokonrol mekanizmalarının" ne olabileceği,ne gibi yöntemler izlenebileceği gibi yorumlarınızı da elzemle bekliyorum.

14.02.2014 - Zehirliok Ziyaretçisi

örnek

Babanın sözünü dinlememeyi, dedeyle bunak diye dalga geçmeyebir örnek;

geçenlerde kalabalık bir ortama gelen 4 gençcecık bayann oturmakiçin yer ararken genelde yaşlı bayanların oturtugu yeri görüyor ve : ben buraya oturmam burda yaşlı kocakarılar var diyor.ve bu söze moralim bozuldu bu laftabn sonra ordan uzaklaştılar...

24.05.2011 - yuem

Konular