Gaflet ve Misafirperverlik(!)

Günler geçti. Gencin gönlündeki yara da kapanmış gibi oldu. Harp mıntıkasında yeni yeni hazırlıklar, hareketler, faaliyetler de Adnan'ı ayrıca meşgul etti. Herşeyi unutmuş gibi idi. köyün semtine bile uğramaz oldu. Yolu düşse bile hay­vanını başka istikamete çevirir ve kırların bakir genişliklerin­de dört nala başka yollar takip ederdi.

Aşk yarası müzmin hastalıklara benzer. Geçti zan olundu­ğu bir anda ufak bir bahane ile kanadığı çok görülmüştür.

İşte bir gün, çadırında karyolasına uzanmış dinlenirken bîr neferin içeri girmek için müsaade istediğini gördü ve ona seslendi:

“— Giriniz..."

Bu, Kunaytaralı bir Arap neferi idi.

“— Efendm, size bir mektup getirdim!" dedi.

Yaver, üç haftadan beri ailesinden mektup almamıştı. On­lardan geldi zannile mektubu sevinçle askerin elinden aldı. Pulsuz bir zarf üstüne kargacık burgacık bir yazı ile yalnız kendi ismi yazılı idi.

"— Bu mektubu sana kim verdi?" diye sordu.
"— Menzil noktasına gitmiştim, karargâha dönerken bir kız verdi efendim."
"— Başka bir şey dedi mi?"
"— Hayır. Bunu bizzat Adnan Bey'e ver!.." dedi.
"— Sen o kızı tanıyor musun?"
“— Hayır ilk defa görüyorum efendim."
"—Peki gidiniz."


Bu mektubun Suzy'den geldiği muhakkaktı. Bunu tahmin etmek kolay oldu. İşte... Küçük parmak, bir kız parmağı ka­pandı zannettiği yarayı birden bire deşmiş oldu. Genç zabit heyecanla zarfı yırttı ve okumaya başladı:

"Adnan Bey!

Söz verdiğiniz gece ve o geceden şu dakikaya kadar sizi ıstırap ve heyecan içinde bekledim ve bekliyorum. Sizi sevmiş olan bir genç kıza fazla ıztırap vermek erkekliğini­ze ve asaletinize yaraşmaz!

Seni her dakika, her an çılgın bir heyecan ve sevgi için­de bekliyorum. Aşkıma ve bu aşkın safiyetine merhamet ediniz efendim."



Seni çok seven

Suzy Liberman

Eyvah!.. Bu belâdan kurtulmak kolay değil. Adnan'ın bü­tün hisleri ve bütün düşüncesi alt üst oldu. Dört satırlık bir mektup ruhunu perişan etti. Demek ki hâlâ seviyordu. Hem eksilmeyip artan bir aşkla seviyordu. Gitmeli idî, sevgilisine, gönlünü çalmış olan kıza gitmeli idi, hem de bu akşam...

Ve akşamı dar etti. Ortalığın kararmasını, günlük vazifesi­nin bitmesini güçlükle bekledi. Güneş son ışıklarını ufukların arkasına çekerken genç zabit de bir an evvel maşukasına ka­vuşmak için hazırlanıyor, sabırsızlanıyordu.

Ortalık kararmaya başladı. Herkes çadırlarına çekilmiş fa­aliyet azalmıştı. Adnan çadırından usulca çıktı. Bu sefer her defa olduğu gibi pervasız değildi- Çekingen ve mütereddit idi. Hareketini herkesten saklamak isteyenlere mahsus bir endişe ve çekingenlik içinde idi. Bir suçlu gibi çekine çekine, istemeye istemeye gidiyordu. Yürürken ayaklarının ses çı­karmasından bile ürküyordu. Ağır ağır köyün yolunu tuttu. Ruhundaki endişe ve içindeki meş'um hiss-i kable-l vuku kendisiyle beraberdi.

Köyün sokaklarına daldığı zaman dalgınlığı biraz geçti.

İçine hafif bir ferahlık geldi. Evlerin numaralarını saya saya otuz dokuza geldi. Diğer defalara benzemeyen bir isticalle bahçe kapısını itti, içeri girdi. İç kapıda çok durmadı. Kendi­sini beklemekte olan Suzy misafirini hemen içeriye aldı ve sevgilisinin elini hararetle sıktı.

"— Bu kibarlığı senden bekliyordum Adnan! Biliyordum ki; geleceksin, hem de bugün geleceksin. Bana bu kadar eza­yı kâfi göreceksin. Çok teşekkür ederim. İstersen gel benim odama gidelim."

Orada başbaşa otururuz olmaz mı?

"— Öyle olsun Suzy."

Genç çift küçük bir odaya girdiler. Burası Suzy'nin kendi odası idi. Sade bir karyolanın üzerine temiz çarşaflar örtül­müş ve güzel kızın kendi elile işlediği dantelalarla süslen­mişti. Küçük tahta bir masanın üzerinde beyaz örtü ve güzel kır çiçekleri, bir küçük ayna, iki sandalye, bir basit koltuk bu odanm dekorunu teşkil ediyordu. Fakat bu sade eşyanın ter­tip ve tanzimi ve temizliği bir genç kızın hüsnü tabiatini gös­teriyordu. Suzy karyolasının kenarın Adnan da karşısında bir sandalyeye oturdu. Bir müddet sessiz kaldılar. Bu sükûneti Suzy ihlâl etti:

"— Söyle bakalım Adnan!.. Geçen günkü randevüye niçin gelmedin?"

"— Asker olduğumu ve harp sahasında olduğumu bili­yorsun. Bunu tabiî görmelisin."

"— Hakkın var Adnan!.. Başka bir sebep olmasın da..."

"—Ne gibi?"

"— Ne gibi olacak. Meselâ vazife ile uzaklara gitmek ve meselâ en korktuğum şey aşkından vazgeçmek, benden so­ğumak gibi..."

"— Hayır Suzy, bak işte yanyanayız!" Suzy eliyle oturduğu karyolada yer göstererek:

"— Benim yanıma gelmez misin Adnan!.." dedi.

"—Peki Suzy..."

İkisi bir karyolada idiler. Ayaklarım yere uzatmışlardı. Dizleri yavaş yavaş birbirine dokundu. Elleri ağır ağır birbi­rinin elini kavradı. Dudakları birbirine yaklaştı. Uzun, uzun. derin derin, doya doya seviştiler. Zevkin son kertesine gel­mişlerdi. Pek az evvel başlıyan bir sevgi pek kısa bir zaman­da uzun mesafeler katetmiş, kökleşmiş ve derinleşmiş zannolunurdu. Türk seciyesine göre bekâret ücreti ancak uzun bir hayat arkadaşlığında vefakârlıklarla ödenebilirdi. Onun İçin kimsesizliğin, yalnızlığın ve harbin zayıf sinirlerde ya­rattığı tesirlerin neticesi olarak işlenen bu günahı Adnan ha­yatının sonuna kadar mukaddes addedecek ve ona bir meş­ruiyet şekli verecekti.

Derin bir zevkten ve tatlı bir uykudan düşünceli bir dal­gınlığa girmişti. Sinirlerinde ve ruhunda büyük bir yorgun­luk hissediyordu. Suzy oynadığı aşk ve masumiyet golüne aykırı bir pişkinlikle genç zabitin durgunluğunu giderdi:

"— Birer kadeh şarap içeriz değil mi sevgilim?"

"— İçelim Suzy."

Aşkın keskin şarabiyle mest olmuş gönüller üzüm şarabı­nın buhariyle aşktan bir zevk âlemine daldılar ve kendilerin­den geçtiler.

Gece ilerliyordu. Karanlık koyulaşıyor, sessizlik derinleşiyordu. Köy evlerinin ekserisinde lâmbalar kısılmış hayat durmuştu. Saat görünmez bir el tarafından itiliyormuş gibi çabuk çabuk ilerliyordu. Adnan bir an evvel çadırına gitmek mecburiyetinde idi.

"— Müsaadenle Suzy! Ben gideyim, yarın yine gelirim."

"— Biraz daha otur Adnan!"

"—Mümkün değil!., vakit geç..."

Kızın güzel elleri Adnan'ın dalgalı koyu siyah saçiarı üze­rinde dolaştı. Onu tatlı tatlı okşadı. Olgun ve mütenâsib bir vücud çapkın bir tavırla gencin dizlerine çöktü, ardından bir ses.

"— Biraz daha otur yavrum!.." dedi.

Adnan kararından vazgeçti. Bir müddet daha oturdu, bir müddet daha seviştiler ve çocuk biraz daha yahudi kızına bağlanmış oldu.

"— Bir kadeh daha şarap içermişin Adnan?"

“— Durmadan içiyoruz Suzy. Üzüm şarabı, aşk şarabı. Çifte sarhoş oldum.

"— Kendi evindesin. Meraklanma sabah erken çadırlara yetişirsin!"

“— Olmaz şimdi gitmeliyim!.."

"— Birer kadeh daha içeiim de peki."

Birer kadeh daha İçtiler. Bu son kadeh efsunlu bir tütsü gibi gencin kafasını bütün bütün sersemletti. Takati azaldı mukavemeti kesildi, ve geceyi fettan kızın evinde geçirmeye razı oldu, mecbur kaldı. Dalgın ve kuvvetsiz bir sesle sordu:

"— Ben nerede yatacağım Suzy?"

"— Tenezzül edersen benim odamda, benim yatağımda..."

"— Sen nerede yatacaksın Suzy?"

"—Annemin odasında."

"— Demek burada değil?"

"— Bugün için değil..."

Yeni baştan gramofon çaldılar, tekrar şarap içtiler. Diz di­ze oturdular. Böylece sabahın yaklaştığının farkına bile var­madılar. Bir aralık Adnan kolundaki saate baktı. İki buçuk olmuştu.

"— Ben azıcık yatayım Suzy! Saat dörtte çadırlara gitmeli­yim!"

"— Peki yavrum, ben seni uyandırırım."

* * *